google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

6-7 Eylül Olayları


1955 yılının Eylül ayının altıncı ve yedinci günlerinde yaşananlar, yani en basit tarifiyle başta Rumlar olmak üzere gayrimüslimlere yönelik uygulanan şiddet ve yağma eylemleri, hiç şüphesiz ki Türkiye için son derece olumsuz bir propaganda unsuru olmuştur…

Öyle ki, 6-7 Eylül’de yaşananlar sadece o şiddete maruz kalanların değil Türklerin de üzüntüyle anımsadıkları hatta anımsamak istemedikleri bir olaylar silsilesidir…

Üzerinden 57 yıl geçmiş dahi olsa siyasi tarihte  “6-7 Eylül Olayları” şeklinde yerini alan bu vakanın meydana geliş sebeplerinin ve yaşananların hala tam olarak açıklanamaması, hala kafalardaki bazı soru işaretlerinin mevcudiyetini koruması, yaşananların günümüzde dahi güncelliğini ve gizemini muhafaza etmesine sebep olmuştur ve olmaktadır.

Olaylarla ilgili belgelerin yok edilmesi veya bulunamaması, mevcut olumsuz propagandanın doğruluğu yönünde fikirleri kuvvetlendirmiştir…

Bu tarihler ve tabii ki yaşananlar,  Yunancaya Σεπτεμβριανά/ Septemvriana, yani “Eylül Olayları”  adıyla geçmiştir…

6-7 Eylül olaylarında vitrinler parçalanırken nice hayat ve Türkiye tarihi de önemli bir hasar almıştır.[1]

Bir görüşe göreyse 6-7 Eylül olayları “kozmopolit, çok dilli, çok ırklı, çok dinli İstanbul'a ihanet gecesi”dir…[2]

OLAYLARIN GELİŞİMİ

Halkı galeyana getiren (veya getirmeye çabalayan) ve milliyetçilik duygularını provoke eden (veya etmeyi amaçlayan) olaylar şu şekilde gelişmiştir…

İngiltere, 1878’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan devraldığı Kıbrıs’ta yönetimini sürdürürken Rumlar programlı biçimde yıldırma harekâtı uyguluyor ve Enosis (Yani Yunanistan’a bağlanma) fikrinin propagandasını yapıyordu.

Kıbrıs’ta Türklere yönelik baskı ve şiddet dolu uygulamalar kamuoyu tarafından tepkiyle takip edilmekteydi.

Kıbrıs’taki Türklerin maruz kaldıkları bu kötü muamele ve uygulamalar karşısında Türk Kamuoyu homurdanmaya başlamışken dönemin en çok satan gazetesi Hürriyet,  başlığında İstanbul'daki Rum azınlığın aralarında bağış toplayarak Kıbrıs Rumlarının Enosis çetelerine gönderdiğini yazmış bu da sosyal tansiyonu bir hayli yükseltmişti.

Ortamı daha da germek ve toplumu ateşlemek için 4 Eylül 1955 günü Hikmet Bil[3]öğrencilere Taksim Meydanı’nda Rumca gazeteleri yaktırmıştı. Aynı gün “Kıbrıs Türk’tür” Derneği[4] Genel Sekreteri Kamil Ünal ise üzerinde “Kıbrıs Türk’tür” yazılı 20 bin pankart yazdırıp öğrencilere dağıttırmıştı…

Tırmanan tansiyon ve toplumsal tepki Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin bombalandığı iddiasıyla en üst noktaya ulaşmıştı…

PROVOKASYON(LAR)

Atatürk'ün Selanik'teki evinde bomba patladığına dair haber, önce 6 Eylül 1955 günü saat 13.00 haberlerinde radyoda yayımlanmıştı. (Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evin bombalanması olayının da planlı bir şekilde gerçekleştiği kısa bir süre içinde açığa çıktı. Bombalanan ev Türk Konsolosluğu ile aynı bahçede bulunuyordu. Bomba bahçeye atılmış ve evin sadece camları kırılmıştı. Bombalama olayının gerçekleştiği gece konsolosluk görevlisi Hasan Uçar gözaltına alındı. Böylece düğüm de Yunan mahkemelerinde çözülmüş oldu. Bomba Selanik’teki konsolosluk görevlisi Mehmet Ali Balin tarafından diplomatik kurye ile İstanbul’dan getirilmiş ve Selanik Üniversitesi’nde öğrenci olan Oktay Engin’in azmettirmesiyle Hasan Uçar tarafından bahçeye yerleştirilmişti. Engin, daha sonra TC vatandaşlığına alındı ve öğrenimini Türkiye’de sürdürdü. Bir süre Emniyet Genel Müdürlüğünde ve MİT’te aldığı görevlerden sonra Nevşehir Valiliğine atandı.)[5]

İlginçtir ki, normalde 20 bin satan, DP yanlısı ve Mithat Perim’in sahibi olduğu İstanbul Ekspres Gazetesi “Atamızın Evi Bombalandı” manşetiyle ikinci bir baskı yapmış ve 6 Eylül tarihli bu nüshası 290.000 adet basılmış ve o yıllarda kurulan Kıbrıs Türk’tür Derneği üyelerince tüm İstanbul’da satılmıştı. Gazetenin ikinci baskısında bir yazısı yayınlananKamil Önal makalesinde  “Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz, ödeteceğimizi alenen söylemekte de bir mahzur görmüyoruz” şeklinde bir ifade kullanarak adeta olacakların, yaşanacakların da sinyalini vermişti…

100 BİN KİŞİLİK ÖFKELİ KALABALIK

Aynı günün öğleden sonrasında, çeşitli öğrenci birliklerinin ve Kıbrıs Türk’tür Derneği’nin çağrısı doğrultusunda, Taksim Meydanı'nda bir protesto mitingi düzenlenmişti.

Bu mitingin ardından, bazı gruplar İstiklal Caddesi'nde bulunan gayrimüslimlere ait işyerlerinin camlarını taşlamaya başlamışlardı. Kısa sürede Taksim civarındaki gayrimüslimlerin geleneksel ikamet ve iş çevresi olarak bilinen Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı gibi bölgeler, çeşitli araç gereçlerle donanmış olarak gelen ve işyerlerini, evleri, okulları, kiliseleri ve mezarlıkları tahrip eden insan yığınlarının akınına uğramıştı.

Aynı biçimde, İstanbul'un Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek gibi daha uzak semtlerinde, kentin Asya kıtasında yer alan Moda, Kadıköy, Kuzguncuk, Çengelköy gibi semtlerde ve hatta Adalar'da şiddet olayları meydana gelmişti. Bu saldırılara aşağı yukarı 100 bin kişinin katıldığı düşünülmektedir.[6]

Böyle bir tahrikin olumsuz sonuçlarını Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı gibi bölgelerde vermesi olağandı. Çünkü gayrimüslim nüfusun gerek ticarethaneleri, gerek işyerleri bu semtlerde yoğunlaşmıştı.[7]

İLK SALDIRI ŞİŞLİ’DEKİ HAYLAYF PASTANESİ’NE

İlk saldırı saat 19.00 sıralarında Şişli'deki Haylayf Pastanesi'ne yapılmıştı. Ardından büyüyen kalabalık Kumkapı, Samatya, Yedikule, Beyoğlu'na geçerek gayrimüslimlerintoplu olarak yaşadığı birçok semtte önce Rumların, ardından da Ermeni,Yahudive hatta yanlışlıkla bazı Türklerin dükkânlarına saldırarak yağmaya başlamıştı. İstanbul'daki Rum azınlığın ev, işyeri ve ibadet yerlerine yönelik bu saldırılarda emniyet pasif bir tutum sergilemişti.

Polis memurları, sadece Taksim'deki milliyetçi gösteri esnasında harekete duydukları sempatiyi göstermekle kalmamış, sonrasında kamu düzeni bozulduğunda ve şiddet olayları meydana geldiğinde de pasif bir tutum takınmışlardı. Bu tutumu yalnızca kalabalık halk kitleleri karşısında değil, sayıca küçük ancak kararlı gruplarla karşı karşıya kaldıklarında da göstermişlerdi.[8]


Rum vatandaşların adresleri hakkında önceden bilgi sahibi olan, 20-30 kişilik organize birliklerin kent içindeki ulaşımı özel arabalar, taksi ve kamyonların yanı sıra otobüs, vapur gibi araçlar yardımıyla sağlanmıştı. 7 Eylül sabahına kadar süren saldırılarda aralarında kilise ve havraların da bulunduğu 5.000'den fazla taşınmaz tahrip edilmiş ve milyonlarca dolarlık mal sokaklara saçılıp, yağmalanmıştı. İstanbul'un her yerinde yağmalar aynı yöntemle yapılmıştı.

Dükkânlara saldıranlar önce vitrinleri taşlayarak kırdılar ya da demir parmaklıkları kaynak makineleri ve tel makasları yardımıyla açmışlar, ardından içerideki alet ve makineleri dışarı çıkararak paramparça etmişlerdi. Kiliseler ve mezarlıklar da bu saldırılardan nasibini almıştı. Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalarve diğer kutsal eşyalar tahrip edildiği gibi, İstanbul'da bulunan 73 Rum Ortodoks Kilisesi’nin tamamı ateşe verilmişti.[9]

YIKIM… YAĞMA…

Kaynaklar 6-7 Eylül olaylarında öfkeli kitlelerin verdikleri zararlar hakkında farklı bilgiler vermektedir. Kimi kaynaklara göre olaylardaki zararlara bakıldığında saldırılar sonucunda, 73 kilise, 8 ayazma, 3 manastır, 5538 ev ve mağaza tahrip edilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçiliği 228 numaralı raporuna göre, 6-7 Eylül Olaylarında 73 kilise, 8 mezarlık, 26 okul, 1004 ev, 4.212 dükkân ve mağaza, 21 fabrika, 12 otel, 97 restoran ve 23 depo harabeye çevrilmiştir. Yunan Enformasyon Servisi’ne göre ise, özel mülkün ve dini kurumların uğradığı zararın toplamı 165 milyon TL (60 milyon dolar) olup, 1004 ev, 4348 dükkân, 27 eczane ve laboratuar, 21 imalathane, 110 restoran, cafe ve otel, Şişli ve Kınalı’daki büyük Yunan mezarlıkları zarar görmüştür. Başka bir kaynağa göre ise 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar vb. yerlerin bulunduğu 5.317 tesis saldırıya uğramıştır. Özet olarak İstanbul’daki 36.000 işyerinden 3.900 ü yıkılmış ya da yağmalanmıştır.

Eylemlere karışanların büyük bölümünün başka şehirlerden gelmiş olmaları ise dikkat çekici bir detay olduğu gibi 6-7 Eylül olaylarının organize bir eylem olduğu yolundaki savın güçlenmesine ortam hazırlamıştır. Örneğin İzmit ve Adapazarı’ndan gelen yağmacılar geri dönmek üzere Haydarpaşa istasyonuna geldiklerinde, üzerlerinde yağmaladıkları mallarla yakalandılar. Bunların büyük bir bölümünün başka şehirlerden getirildiği ortaya çıktı (Örneğin Sivas’tan 145, Trabzon’dan 117, Kastamonu’dan 116, Erzincan’dan 111 kişi)

6-7 Eylül olaylarında Türk basınına göre 11, Yunan Basını’na göre ise 15 kişi can vermiştir. Ölü sayısının fazla olmaması eylemcilere “ölü olmasın” talimatı verildiği yolunda yorumlara yol açmıştır. Resmî rakamlara göre 30 kişi, gayri resmi rakamlara göre 300 kişi yaralanmıştır. Resmi rakamlara göre 60 kadın tecavüze uğramıştır. Ancak utanmalarından veya korkmalarından dolayı şikâyette bulunamayan kadın sayısının 400’e yakın olduğu tahmin edilmektedir.

TÜM YURDA YAYILAN EYLEM

6-7 Eylül’de yaşananlar İstanbul ile sınırla kalmamıştı. İzmir’de haber duyulduğunda Gece Postası Gazetesi “"Madem Yunanlılar Türk Konsolosluğu'nu bombaladı, öyleyse onların bayrağı da artık Konak Meydanı'nda dalgalanmamalı” manşetiyle çıkmıştı. Aynı akşam uluslararası İzmir Fuarı açık olduğu için Konak Meydanı’nda asılı olan Yunan Bayrağı indirilip yakılmıştı.  Fuarın giriş kapılarındaki Yunan Bayrakları yakılmış, Yunan Pavyonu taşlanmış ve daha sonra ateşe verilmişti. Bir grup öfkeli genç ise Yunan Konsolosluğu’nun önüne gelerek yetkililerden Türk Bayrağı çekmelerini istemişti. Olumsuz yanıt alınması üzerine konsolosluk binası da taşlanmıştı.

İzmir'deki toplam hasar 475.500 TL tutarındaydı. Yunan Konsolosluğu binasındaki zarar 90.000 TL, Yunan pavyonundaki zarar ise 57.000 TL olarak bildirilmişti. Kabul edilen zarar tutarları Yunan Konsolosluğu için 52.000 TL, Yunan NATO subayları için 42.000 TL ve İzmir'de yaşayan diğer Yunanistan vatandaşları için 235.500 TL'dir.[10]

Ankara’daki eylemler ise genelde protesto şeklinde yaşanmış şiddete dönüşmemiştir ki bunda Ankara’da yerleşik yaşayan çok fazla gayrimüslimin bulunmaması etkili olmuştur.

Bursa, Samsun ve Eskişehir’de de bir takım protesto gösterileri yaşanmış ama olaysız bir biçimde son bulmuştur.

SIKIYÖNETİM

Olayların başladığı saatlerde İstanbul'da olan başbakan Adnan Menderes saldırıların kontrol edilememesi üzerine Sapanca'dan çağrılmış ve sıkıyönetim ilan edilmişti.

Sıkıyönetimin ilk işi basına yasaklar getirmek olmuştu. Hükümeti eleştirmek, halkı heyecanlandıracak haber vermek yasaktı. Sıkıyönetim,  NATO devletleri, darlık, kıtlık hakkında haberler yazılmayacaktı. 6-7 Eylül olayları ile ilgili fotoğraf, yazı ve yorum yayınlanmak yasaklanmıştı. İkinci baskı yapılmayacaktı. Yasakların ardı arkası kesilmiyordu. Gazeteler de birbirlerinin peşi sıra kapanmaya başlamıştı.[11]

Olaylarla ilgili olarak önce 3.151 kişi tutuklanmıştı. Sonradan bu sayı 5.104'e yükseldi. Olaylardan hemen sonra Başbakan Adnan Menderes, uğranılan felaket ve kayıpların manevi ve maddi bütün izlerinin en kısa zamanda telafi edilebileceğini,  İstanbul’un imarının ve yeniden inkişaf ettirilmesinin sağlanacağına da yürekten inandığını belirtmişti. Bu minvalde olaylardan hemen sonra zararların telafi ve tazmini için gerekli çalışmalara başlanmıştı. Bu hususta hükümet, vatandaşların maruz kaldıkları zararlar telafi ve tazmin edilecek (Akşam, 7 Eylül 1955: 1), zarar gören vatandaşlara yardım yapılacak (Vatan, 10 Eylül 1955: 1) vatandaşlarımızın maruz kaldıkları zararları süratle telafi ve tazmin hiç şüphe yok ki, devletlik vasfının icaplarındandır ve bu icap yerine getirilecektir. (Milliyet, 7 Eylül 1955: 1), maddi zararların telafisi için elden gelen fedakârlık yapılacak(Vakit, 10 Eylül 1955: 1, Milliyet, 10 Eylül 1955:) şeklinde sürekli açıklamalarda bulunmuştu. Bu açıklamalardan hükümetin ülke içerisinde güven telkin etmeye çalıştığı söylenebilir. Nitekim bu güvenin bir neticesi olarak Rum basınında Rumların İstanbul’da kalmalarını telkin eden yazılar yazılmaya başlanmıştı.[12]

MAHKEME SÜRECİ

10 Eylül 1955 günü dönemin İçişleri Bakanı istifa etmişti… Başlangıçta soruşturmalar Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti ve gençlik örgütleri etrafında yoğunlaşmış olsa da 12 Eylül günü Meclis'e taşınan olaylarda DP iktidarı komünistleri suçlamıştır. Aralarında Aziz Nesin,Nihat Sargın,Kemal Tahir,Asım Bezirci,Hasan İzzettin Dinamo ve Hulusi Dosdoğru'nun bulunduğu yaşayan fişlenmiş komünistler ile ölmüş dört komünist hakkında dava açılmıştı.

Tutukluların çoğu Aralık 1955'te serbest bırakılmıştı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, muhalefet lideri İsmet İnönü'nün, hükümeti ağır bir dille eleştiren ve gerçek suçluları takip yerine suçsuz vatandaşlara işkence etmekle suçlayan konuşmasıdır. Menderes, bu konuşma için İnönü'ye, "Paşam, vatan bu konuşmayı affetmeyecek" diyecektir. Dava beraatla sonuçlanmış kısa süre sonra Kıbrıs Türk’tür Derneği kapatılmıştı.

1960 Darbesi’nden sonra, bu olaylar Yassıada yargılamalarının gündemine oturmuştu. 27 Mayıs darbesinden sonra cunta tarafından organize edilen Yassıada Yargılamalarında olayların DP hükümetinin başbakanı Adnan Menderes'in provokasyonu sonucu kontrolden çıktığı iddia edilmiş ve cunta mahkemesi Demokrat Parti yönetimini 6-7 Eylül olayları nedeniyle de cezalandırılmıştır.

Dr. Dilek Güven'e göre tutuklanarak cezaevine gönderilen Kıbrıs Türk’tür Derneği Başkanı Hikmet Bil ve üyeleri "Ya bizi serbest bırakırsınız ya da biz bazı şeyleri ifşa ederiz" deyince serbest bırakılmışlardı.  Bunun üzerine olaylar halkın üzerine kalmıştı. Çünkü mahkemede, "Türk milleti galeyana geldi, olayları gerçekleştirdi" denilmişti.  Kimse ceza almamıştı. İkinci dava Yassıada'ydı.  Bu davada da olaylar sadece hükümet üyeleri üzerine yıkıldı. Menderes, defalarca MAH (şimdiki adıyla MİT) Başkanı'nın mahkemeye çağrılmasını istedi. Ama hep reddedildi.  Olaylar aydınlatılmadı.

RUMLARIN İSTANBUL’DAN AYRILIŞI

Olayların ardından, Türkiye'de yaşayan binlerce Rum Türkiye'den göç etmişti. Rum nüfusun zamanla azalmasıyla Rumların ekonomideki etkisi zayıflamaya başlamış ve daha önceki azınlıklara yönelik eylemlerde olduğu gibi Türklerin sermayeye hâkim olması hızlanmıştır. Birkaç bin Rum ise özellikle Mersin ve Tarsus'a yerleşmişlerdir.[10]Zamanla kalan Rumların da büyük çoğunluğu İstanbul'u terk etmiştir. Nüfus mübadelesi sonucunda 1925 yılında yaklaşık 100.000'e düşen İstanbul'daki Rum nüfus, 2006yılında 2.500 kişiye kadar düşmüştür.

6-7 Eylül 1955 olayları, Rumların büyük göç dalgalarıyla ülkeden ayrılmasına neden oldu. Gayrimüslimlerin büyük bir kısmı için, yaşananlar, Türk vatandaşı olarak kabul görmediklerinin kanıtı olmuştu. Hangi parti iktidarda olursa olsun, gelecekte de ayrımcılıklara maruz kalacakları düşüncesiyle ve kendilerini güvende hissetmedikleri için, özellikle Rumlar yurtdışına göç kararı vermişlerdir. Nesiller boyu bu topraklarda yaşamış olan İstanbul'un gayrimüslim yerlileri, bu gibi davranışlar sonucu evlerini ve anavatanlarını terk etmek durumunda bırakılmışlardır. Ancak hükümetin o dönemde kabul etmediği olaylar 1998 yılı içinde bir meclis önergesi sırasında kabul edildi. Tazminat değeri olan 70.000 Lirayı vermeye hükümet yanaşmadı.

ŞÜPHELER… İDDİALAR...

6-7 Eylül 1955 Olayları, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanan ve belgelerin yaşanılan dönemde veya sonrasında yok edildiği şüpheleri bulunan olaylardan birisidir.

Üzerinden yaklaşık 57 yıl geçmesine rağmen olayların çıkışı ve sebebi hakkında net arşiv bilgileri bulunamamıştır.

6-7 Eylül olaylarının olduğu sırada Seferberlik Tetkik Kurulu'nda görevli olan, 1988-1990 yılları arasında MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu 2001 yılında Aksiyon Dergisi’ne verdiği röportajda  6-7 Eylül olayları hakkında şu demeci vermiştir: "6-7 Eylül de bir  ‘Özel Harp’ işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.”

İNGİLİZ PARMAĞI (MI) ?

Bu konuda yazdığı kitabıyla oldukça yankı uyandıran Dilek Güven 6-7 Eylül olaylarında Yunanlılarca ortaya atılan “İngiliz parmağı” iddialarını da şu şekilde açıklamaktadır:[13]

“Bu bağlamda, Yunanların, İngilizleri kendi pozisyonlarını güçlendirmek için İstanbul'daki saldırıların hazırlanmasına katılmakla suçlamalarını da ele almak gerekir! Saldırıların hemen ertesinde Rum Basını, İngiliz hükümetini 6 Eylül 1955 olaylarının sorumlusu olarak gösterdi:

"İstanbul ve İzmir'deki olaylar, Londra Konferansı’nın sonuçlarıdır. Bir yoruma göre, medeniyet öncesi dönemde Hıristiyanların uğradığı korkunç kovuşturmaları

andıran ve Yunan-Türk dostluğunu zedeleyen İstanbul ve İzmir'deki olaylar, düşündüğümüz gibi, İngiliz Diplomasisi’nin planlarının ani biçimde patlak vermesinin ürünü değildir, bizzat İngiliz diplomasisinin planladığı ve başarmaya çalıştığı bir şeydir.''

Resmi Rum makamları dahi, Atina'daki bombalama eylemini İngiliz gizli ajanlarının yaptığını düşünmüştür. Yunan tarafının ithamları ilk bakışta düş ürünü gibi görünse de, İngilizlerin olaylara karıştığına dair bazı ipuçları mevcuttur. Örneğin 1954 Ağustos'unda Atina'daki İngiliz büyükelçisi, Selanik'te Atatürk'ün doğduğu evde gerçekleşecek bir olay nedeniyle Yunan-Türk ilişkilerinin kötüleşeceğini öngörmüştü: "Zannediyorum ki Türkler durumdan endişe duymaya başladılar. Aynı zamanda yakın bir arkadaşım da olan Türk meslektaşımı dün akşam gördüğümde, olayların gidişatından kaygı duyduğunu açıkladı. Mesajımda da belirttiğim gibi, ilişkiler şu anda pek de iyi değil ve görünürdeki Yunan-Türk dostluğunun kırılgan olduğu çok açık, çok küçük bir şok bile yetebilir. Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evin duvarına tebeşirle slogan yazmak gibi önemsiz bir olay bile bir kargaşanın çıkmasına yeter."

Bir diğer iddia ise olaylardan bir gün önce Başbakan Menderes’in Kıbrıs Türk’tür Derneği Başkanı Hikmet Bil arasındaki görüşmedir… İddiaya göre Menderes Londra’daki Kıbrıs konulu konferansa katılan dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’dan şifreli bir telgraf aldığını ve bu telgrafta Zorlu’nun Türkiye’den tepki beklediğini, Londra’ya “Türkiye’de kontrol edilemeyecek oranda öfkeli bir kamuoyu olduğu” mesajını vermek istediğini söylemiştir. Bu talimatın derneğin tüm şubelerine iletildiğini ve 6-7 Eylül olaylarının bizzat bu yüzden çıkarıldığı da söylenenler arasındadır…

Türklerin savına göre Türkleri provoke eden Rumlardır.  Hâlbuki 6-7 Eylül olaylarının sadece Kıbrıs'la ilgili olarak Rumlara yapılmış bir misilleme olmadığının bir göstergesi, tahrip edilen işyerlerinin sadece yüzde 59'u Rumlara aitken, kalan yüzde 17'sinin Ermenilere, yüzde 12'sinin Yahudilere ait olması, hatta dönmelere ve Müslüman olmuş Beyaz Ruslaraait mekânların bile saldırıya uğramasıdır.

6-7 EYLÜL OLAYLARININ ANALİZİ

57 yıl tarihsel süreçte çok kısa bir zaman dilimidir.

O dönemi yaşayanlar (veya yaşatanlar) hala hayattadırlar…

Ancak buna rağmen 6-7 Eylül olaylarının esrarını koruması ne yazık ki, yaşananların gizli kalmasında menfaati bulunanların tarih ve belgeler karşısında galibiyetlerinin tasdik edilmesi anlamına gelmektedir…

Bugün bile,  bazı iddialar “iddia”olmanın ötesine geçememektedir…

Medeniyetin, hümanizmin ve kardeşliğin ufkunun karardığı 6-7 Eylül 1955 olaylarının ısrarla karanlıkta bırakılmak istenmesi de perde arkasında çok başka şeylerin yaşandığını göstermekte ve şüphelerin doğmasına vesile olmaktadır.

Herkesin utançla anımsadığı 6-7 Eylül olaylarında tek olumlu husus Türk Halkı’nın bir avuç provokatörün oyununa gelmemiş olmasıdır.

6-7 Eylül olaylarında gayrimüslim arkadaşlarını koruma, saklama hususunda kendisini ortaya koyabilme cesaretini gösteren Türk toplumu, aynı şekilde yağma sonrasında maddi manevi özveriler sergileyerek yaraların sarılmasında önemli bir rol oynamıştır.

Bu da, bu utanç verici olayın topyekûn bir ulusa mal edilmesinin imkânsızlığını ortaya koyarken, yaşanan trajedinin bir avuç fanatik tarafından gerçekleştirildiğinin ispatıdır…

Dipnotlar ve kaynakça

1)www.sessizdergi.blogspot.com, 26 Ağustos 2010 Perşembe

2) Hürriyet,  Doğan Hızlan, 26 Nisan 2010

3) www,wikipedia.com (Türk gazeteci ve hukuk müşaviri. 6-7 Eylül Olayları'ndan sorumlu tutulan ve 7 Eylül 1955 tarihinde kapatılan Kıbrıs Türk’tür Derneği'nin Genel Başkanı

4) www.wikipedia.com(Ağustos 1954 tarihinde kurulan ve 29 Ağustos 1955 tarihindeki Kıbrıs Sorunu ile ilgili ABD ile Birleşik Krallık tarafından Türkiyeve Yunanistan'ın Londra’da yapılacak konferansa davet edilmesi öncesinde Türkiye'de "Kıbrıs konusunda Türkiye'nin pozisyonunu desteklemek ve kamuoyu yaratmak amacıyla kurulmuş ama 6-7 Eylül Olayları'ndan sorumlu tutulmasından dolayı 7 Eylül 1955 tarihinde kapatılan dernek.

5) http://blog.milliyet.com.tr/alinecatidogan, 31.10.2009

6) Dilek Güven, Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayları,Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2005, s 22-24

7) Doğan Hızlan, Hürriyet Gazetesi, 10 Eylül 2005

8) Güven, a.g.e, s.20

9)  http://tr.wikipedia.org

10) Güven, A.g.e s 38

11) Cemalettin Özdoğan, Özeleştiri (Basının Prestij Sorunu), Basılmış Doktora Tezi, İzmir Haziran 1993, s.47-48

12) Serdar Sakin, 6-7 Eylül 1955 Olayları Sonrasında Türk Kamuoyunun Tutumu, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 2010, cilt 3, bölüm 12