google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Fransız Devrimi

Fransız Devrimi, tüm kıta Avrupası’nı derinden etkileyen,  yönetsel sistemlerde radikal değişimler başlatan bir dönüm noktasıdır. Bir başka deyişle Fransız Devrimi, feodalite içinde gelişmiş bir burjuvazinin, maddi yeterliliğe ulaştıktan sonra ihtilal yaparak siyasi iktidarını ilan etmesi ve özgürlüğün kaynağını monarktan alıp halka vermesidir. Fransız Devrimi, en basit tabiriyle tıpkı Amerikan Devrimi’nde olduğu gibi toplumun krallığa başkaldırıp bağımsızlığın ilan edilmesidir. Fransız Devrimi’nde ayrıca krallık merkezli monarşinin yok edilmiş olması da önemli bir husustur.

Aslında monarşiye karşı çıkış ilk kez Fransız İhtilali’nde değil, Amerikan Devrimi’nde yaşanmıştır. Burjuvazi kilisenin baskısından kurtulmayı kafasına koymuştur. Bu bağlamda, en ciddi darbeyi insanlar arasında “eşitsizlik” ilkesine dayanan ortaçağın devlet felsefesine indirmiştir.  Tanrısal bir “yöneten-yönetilen” ayrımına karşı çıkarak eşitliği temel alan laikliği yaşama geçirmiştir. Burjuvazi tanrının egemenliği yerine “halk”ın egemenliği eline geçirmesini istemektedir. Bu fikirler ABD bağımsızlık hareketiyle teorikten pratiğe geçmiş, Fransız Devrimi’yle de doruğa çıkmıştır.[1] Fransız burjuvazisi 18. Yüzyılın sonunda halk kitlelerini de arkalarına alarak Fransız Devrimi’ni gerçekleştirirken hem kilisenin hem de onun bağlaşığı sarayın hâkimiyetine son vermiştir. Fransız Devrimi’nin renklerini oluşturan özgürlük(mavi), eşitlik(beyaz), kardeşlik(kırmızı) aynı zamanda aydınlanma felsefesinin de renkleri olmuştur. Aydınlanma hareketi Fransız Devrimi’yle taçlanmış, ekonomide ve kültürde devrimci olan burjuvazi siyasi eserini de ortaya koymuştur böylelikle.[2]

Devrimi hazırlayan etkenleri irdelediğimizde ilk öne çıkan husus Fransa’da halkın çok fakir olmasıdır. Bin beş yüz yıl boyunca elli kuşağın kurduğu Fransa çok büyük ve çok eskimiş bir yapı görünümündeydi. Bazı kesimler çok sefil ama bazıları aşırı lüks içinde yaşamaktaydı. [3] Kral ve çevresi büyük bir lüks içindeydi. Hatta Fransız Kralı birçok kraldan çok daha lüks bir hayat sürüyordu. Fransız Devleti büyük borç altındaydı. Amerikan Devrimi’nde Amerikalı devrimcileri desteklemişlerdi, çünkü düşmanları olan Büyük Britanya’ya zarar vermek, toprak kaybettirmek istiyorlardı. Atlantik Okyanusu üzerinden gönderilen askeri yardımın maddi yükü büyüktü. 1763’te biten “Yedi yıl savaşları” da Fransız Ekonomisi’ne çok ciddi bir darbe indirmişti. Bu iki askeri girişim ekonominin dibe vurmasına neden olmuştu ve bunun sonucunda halk sefalet içine girmişti. İnsanlar tahıl bulamıyor, ekmek yapamıyordu. Fransız halkı neredeyse açlıktan ölme noktasındaydı. Kendisi böylesine zorluk çekerken kralın ve soyluların lüks içinde yaşadığını gören, sarayın ve soyluların her türlü işini yapan ve tüm hasadını da vergi olarak veren Fransız Halkı, saraya karşı her gün daha çok bileniyordu.

İhtilale doğru ilerleyen Fransa’da üç farklı sosyal sınıf vardı. Krallığın başta gelen sınıfı din görevlilerinin oluşturduğu ruhban sınıfıydı. Kilise, Fransa’da toprakların yüzde onuna sahipti. Ruhban sınıfı neredeyse hiç vergi vermezdi. En varlıklı olanlar piskoposlardı. [4] Ruhban sınıfından sonra gelen zümre toprakların %20’sini elinde tutan soylulardı. Sarayın bağladığı maaşla yaşayan büyük senyörlerin yanı sıra “kaftan soyluları” olarak adlandırılan soylulaştırılmış burjuvalardan oluşan bir grup da vardı. Soylular çalışmazdı, üretmezdi. Ayrıca taşra soyluları vardı; köhneleşmiş şatolarında ve malikânelerinde kokuş yaşamlarını sürdüren, köylülerin tiksindiği, büyük senyörlerin horladığı bir zümreydi. [5] Orta çağın genel karakteristiği soylu sınıfla dini otoritenin birleştiği bir monarşik anlayıştı ki Fransız Devrimiyle ortaçağa özgü bu monarşik sistem de son buluyordu.

Ruhban sınıfının ve soyluların haricindeki Fransız toplumu Tiers Etat olarak adlandırılan sınıftı. Burjuvalar ve köylülerden oluşuyordu. Vergilerdeki eşitsizliğin ağırlığını sırtında en çok hisseden kesim nüfusun yüzde seksenini oluşturan köylülerdi. [6]

Fransız Devrimi’ni hazırlayan siyasi koşullar arasında devletin, halk egemenliği yerine ferdi otoritenin yani krallık otoritesinin hakim olduğu mutlakıyet idaresi ile yönetilmesi, halk tabakasının her türlü siyasi, fikri, ekonomik ve sosyal haklardan mahrum bırakılması, halkın birtakım sınıflara ayrılması, devlet maliyesinin iflas etmesi ve 1788 yılı itibari ile devlet borçlarının 4,5 milyar frank, bütçe açığının 57 milyar franka ulaşması, vergilerin yükseltilmesi, yeni vergilerin uygulamaya konulması, vaktinden önce toplanan vergilerin ise saray başta olmak üzere keyfi amaçlarla kullanılması gibi hususları sayabiliriz.[7]Ama en temel sebep, açlık ve sefalet içinde bulunan “tiers etat” olarak adlandırılan sınıfın burnundan solumasıydı.

Fransız İhtilâlini önemli ölçüde etkileyen düşünür ve siyaset adamı, rahip Emmanuel Sieyés'in "Üçüncü Sınıf Nedir?" adlı broşüründe, bu sınıfı tanımlamak üzere sorduğu sorular ve yanıtları da devrimin hazırlayıcısı koşulların bir izdüşümüydü. Şöyle diyordu Sieyés :“  Üçüncü sınıf nedir?... Her şey.”…”Yürürlükteki siyasal düzende üçüncü sınıfın yeri nedir?... Hiç.” “ Üçüncü sınıfın amacı nedir? … Siyasal düzende söz sahibi olmak”

Aynı dönemde Fransız düşünürlerinin de demokrasi fikrini yaymaya başlamaları tepkili halkın örgütlenmesinde ve isyan hazırlığında etkili oluyordu. Aydınlanma felsefesinin Fransa’daki temsilcileri Montesquieu, Voltaire, Jean-Jacques Rousseau, Diderot gibi düşünürlerin söylemleri büyük ilgi görüyor, destek buluyordu. Aydınlanma felsefesi Fransa’da hızla destekçi bulmaya, yayılmaya başlamıştı. Bu entelektüel atılım, yoğunluklu olarak burjuva sınıfından güç alıyordu. Ama ihtilali hazırlayan Fransa’daki burjuva kesimi keskin, sınırları belli, ideolojik ve politik bir bütünlüğü varmış bir burjuva değil, daha esnek, siyasal iktidarlara ve despotlara karşı kendi kimliğini kabul ettirmekten ziyade “var kalmayı” amaçlayan bir burjuvaydı. Yani Fransız aydınlanması muhafazakâr bir orta sınıf ideolojisiydi.[8] Bu düşünce sistemi, Fransa'nın mevcut düzeninin değiştirilmesi gerektiğini öne sürüyordu. Amerikan Devrimi’ne ruh veren kral karşıtı düşünceler Fransa’ya da sızmıştı. Ama hepsinden önemlisi, Fransız devriminin tetikleyici gücü halkın yaşadığı açlıktı.

Kral 16. Louis, Fransa’nın bozulan ekonomisinin nasıl düzeltilebileceğini tartışmak üzere Etats Generaux’yu toplantıya çağırmıştı. Daha doğrusu çağırmak zorunda kalmıştı. Ekonomik çaresizlik kraliyeti iyice köşeye sıkıştırıyordu. İmtiyazlı sınıflar da bu kötü gidişattan paylarını almaktan korkuyordu. Örneğin ruhbandan saraya bağışta bulunması istenmişti Mali imtiyazlarının tehlikede olduğunu fark eden aristokrasi de yavaş yavaş saraya muhalefet etmeye başlamıştı. Çok geniş tabanlı bir talep vardı kralın Etats Generaux’yu toplaması için.[9]  Etats Generaux, bir anlamda temsilciler meclisi hüviyetindeydi. İlk uygulama olarak Fransa Kralı 1. Philippe, 10 Nisan 1302'de,  toplanacak vergilerle ilgili bazı kararlar almak üzere asillerden, ruhban sınıfının ileri gelenlerinden ve imtiyazlı kent temsilcilerinden oluşan bir grubu, Paris'te Notre-Dame Kilisesi'nde toplantıya çağırmıştı. Kralın bu girişimi Fransa tarihinde önemli bir yere sahip olan Etats Généraux'un temellerini atmıştı ve daha sonra bu, bir gelenek halini almıştı.

Fransa’da “devrimin ne zaman başladığı” sorusunun en güçlü yanıt adayı çoğu kimseye göre Etats Generaux’nun toplanmasıdır (5 Mayıs 1789)  Tiers Etat’nın kendisini Ulusal Meclis ilan etmesi de (17 Haziran) bu konuda güçlü bir adaydır. Diğer zümrelerin de ‘tiers etat’ya katılma kararı almaları da (11 Temmuz) Fransız Devrimi’nin başlangıç işaretlerinden biri olarak kabul edilir.[10]

 Toplantıya Fransa’nın toplum yapısını oluşturan üç sınıf da çağrılmıştı. Bunlar soylular, ruhban sınıfı ve bunların dışında kalan her kesimdi. Ruhban sınıfı toplam Fransız nüfusunun sadece yüzde 0,5’ini, soylular %1,5’uğunu geri kalan kesimler ise %98’ini oluşturuyordu. 5 Mayıs 1789 günü Versailles Sarayı’nda “Menus-Plaisirs” Galerisi’nde başlayan çalışmalar büyük bir tartışmayla açılmıştı. Kişi başına mı yoksa zümrelere göre mi oy verilecekti? [11] Yüzde 98’i temsil eden Tiers Etat,  her türlü vergiyi veren, her türlü işi yapan savaşlarda can veren kesimdi. Buna rağmen yüzde ikilik diğer iki kesimle aynı oranda oy hakkına sahipti. Halkın temsilcileri toplantıya nüfustaki paylarına göre 600 kişiyle katılmışlardı. Ruhban sınıfı ve soylular ise 300’er kişilik bir temsilci grubuyla gelmişti. Versailles Sarayı’nda toplanan Etats Generaux’da sorun kesimlerin oy oranı hakkında çıktı. Tiers Etat, herkesin temsilcisi oranında oy kullanmasını talep etmişti. Yani halk 600, soylular 300 ve ruhban sınıfı da 300 oy sahibi olmalıydı. Oysa diğer kesimler her grubun eşit oy sahibi olması görüşünde ısrarcıydı. Halkın temsilcilerinin ruhban sınıfına ve soylulara karşı verdiği bu mücadele iki buçuk ay sürdü. [12] Bunun üzerine halkı temsil eden grup halkın gerçek temsilcisinin kendileri olduğunu belirtip, gerekirse başka bir yerde ve Fransız Meclisi adı altında kendi başlarına toplanacağını söyledi. Bu durum Kral 16. Louis’yi çok rahatsız etti. Halkın temsilcilerinin ayrı bir meclis oluşturup kendisiyle zıt kararlar almasını kabul edemezdi. Hatta bir ara meclisin toplanacağı salonda tadilat yapılacağı gerekçesiyle meclisin toplantısının mümkün olmadığını söyledi. Ama bu durum halkın temsilcilerini yıldırmadı. Jeu De Paume salonunda kendi başlarına bir toplantı yaparak kendilerini Fransız Halkı’nın gerçek temsilcileri ilan ettiler ve yeni bir Anayasa hazırlanana kadar mücadeleye devam etmeye yemin ettiler. 20 Haziran’daki bu kararlılık, tarihte toplantının yapıldığı salonun adıyla özdeşleştirilerek  “Jeu de Paume” yemini olarak anımsandı.

Fransız Kralı bu girişime çok öfkelenmişti. Ama halkın bu eylemi ruhban ve soylu sınıfından da kısmen destek bulmaya, sempati görmeye başlamıştı. Halkı kendi karşısında iyiyi birleştirmekten çekinen 16. Louis sanki kendi yetkilerinin bir kısmını halka devrettiği gibi bir izlenim yaratıp tepkileri yumuşatmak adına meclisin toplantısına göz yumdu. Bu arada Fransız Ordusu’nun kral tarafından Paris’e çağrılması halkı öfkelendirmişti. Ordunun Fransız Meclisi’ni durdurmak ve halkın hareketini bastırmak için getirtildiği belliydi. Ve hatta askerlerin büyük bölümü Fransız kökenli bile değildi.

Halk kralın kendilerini durdurmaya niyetlendiğini görüyor ve silahlanarak karşı koyma kararı alıyor, tepkili ve öfkeli kitleler Bastille’i ele geçiriyordu. Bastille Kalesi aynı zamanda büyük bir cephanelikti. Halk silah ve mühimmata el koydu ve buradaki siyasi tutukluları serbest bıraktı. 14 Temmuz 1789, yani Bastille’in işgal edilip ele geçirildiği tarih günümüzde de Bastille Günü olarak kutlanır.

Halkın isyanı ve öfkesi dalga dalga yayılıyordu. Bastille ve Paris Valileri isyancılar tarafından öldürülmüştü. Bu arada çalışmalarını yürüten Milli Meclis Amerikan Devrimi’nin Bağımsızlık Deklarasyonu’nu Fransa’ya adapte ederek İnsan Ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni yayınladı.  28 Ağustos 1789'da Kurucu Meclis’in yayınladığı "İnsan Ve Yurttaş Hakları Beyannamesi"nde şöyle denilmekteydi: İnsanlar hakları bakımından hür ve eşit doğarlar ve öyle kalırlar. Bu haklar hürriyet, mülkiyet ve zulme karşı koymaktır. Her türlü egemenlik hakkı millete aittir. Kanun, genel iradenin bir ifadesidir. Kamu düzenine dokunmadıkça, hiç kimse siyasal ve hatta dini inançlarından dolayı kınanamaz. Her vatandaş hür bir şekilde konuşabilir, yazabilir ve yayında bulunabilir.”[13]

Meclis’in niyeti birkaç yıl içinde anayasayı tamamlayarak meşruti krallığa geçiş yapmaktı. 1789 Ekim ayında 16. Louis’nin eşi Marie Antoinette’in ve soyluların tahıl stokladıklarına dair söylentiler halk arasında yayılmaya başlamıştı. Bunun üzerine çiftçi kadınlar silahlanarak Versailles Sarayına yürüyüşe geçti. İşte, Marie Antoinette’le özdeşleştirilen  “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözü bu süreçte tarihteki yerini almıştır. Versailles Sarayı’na kapalı kapılar ardında kralın ve çevresinin ne yaptığı bilinmiyordu. İsyancılar kralın göz önünde olmasını istiyorlardı. Paris’e dönmek zorunda kalan kral tepkili halkın çevrelediği bir gözaltı sürecinde yaşıyordu ve yetkilerinin kısıtlandırılmasından çok rahatsızdı. Kral ve kraliçe Paris’te ev hapsindeyken Millet Meclisi anayasa hazırlama çalışmalarını sürdürüyordu.

Öte yandan Fransa’da devrim karşıtları da ayaklanıyordu. Tam bir toplumsal kaos yaşanmaktaydı. Bu kaostan rahatsız olan ve can derdine düşen soyluların bir kısmı da Fransa’yı terk ediyordu. 1791 yılında kral ve kraliçe de benzer düşüncelerle Fransa’dan kaçmaya niyetlenseler de diğer ülkelere güvenemiyorlardı. Bunun üzerine hizmetçi kılığına girerek sınır bölgelerine kaçmak ve sosyal patlamalardan canlarını korumak istediler. Ancak kaçış planları tutmadı ve Paris’e geri getirildiler. Zaten halk kralı hiç sevmiyordu. Krala son derece tepkili olan halkın en uç kısmını jakobenler oluşturuyordu. Jakobenler kralın mevcudiyetini istemiyorlar Cumhuriyet rejimini talep ediyorlardı. Böylece isyancıların arasında da görüş ayrılığı doğmuştu. Milli Meclis, Anayasalı bir meşruti sistemin alt yapısını hazırlarken jakobenlerin oluşturduğu grup ise kralın tamamen ortadan kalktığı bir Cumhuriyet beklentisindeydi. Kralın yeniden gücü eline geçirmesinden çekinen Jakobenler 16. Louis’in kaçış denemesini tahtından vazgeçmesi olarak yorumluyorlardı. Jakobenler Champ De Mars alanında kralsız bir sistem için halk toplantıları düzenlemeye başladılar. Milli Meclis, kendisini yeterince radikal bulmayan jakobenlerin bu çalışmalarını engellemek için üzerlerine bir grup asker gönderince işler iyice çığırından çıktı. Önce havaya ateş açan askerler halkın kendilerini taşlaması üzerine insanların üzerine mermi yağdırdılar. Elli kişi ölmüştü. Champ De Mars alanı kana bulandı bu da insanların öfkesini daha da körükledi. Champ De Mars kırımı daha düne kadar birleşmiş bulunan Tiers Etat’nın içindeki bölünüşü ve kamplaşmayı tamamlıyordu.[14]

Fransa’ya komşu ülkelerde devrimin etkisi çok çabuk hissedilmeye başlanmıştı. Belçika’da Avusturya’ya karşı milli bağımsızlık hareketi devrim boyutu kazandı. Almanya’da, Ren Bölgesi, Mainz, Saksonya ve kimi küçük devletler köylü hareketlerine sahne olurken 14 Temmuz 1790’da Hamburg burjuvaları Bastille’in ele geçirilmesinin onuruna bir gösteri düzenlediler.[15]

Kutsal Roma İmparatoru ve Avusturya’nın hakimi 2. Leopold Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’in öz kardeşiydi. 2. Leopold ve Prusya Hükümdarı 2. Frederic William ortaklaşa Ağustos ayında Pillnitz Bildirgesi’ni yayınladılar. Bu bildirgede Fransa’da monarşik düzenin değişmesine onay verilmediği ve kralın yeniden başa geçmesinin istendiği vurgulanıyordu. Üstelik Fransızların asillere kafa tutmasının diğer ülkelere de örnek olabileceği düşüncesi Avusturya ve Prusya’da tedirginlik yaratıyordu. Fransız Halkı bu bildirgeden çok rahatsız olmuştu zira Almanya’nın ve Avusturya’nın sınır bölgesinde büyük askeri güçleri olması askeri bir müdahaleyle kralın yeniden başa geçirilmesi fikri Fransızları endişelendirmişti.

1791’de Milli Meclis Anayasayı yayınlamıştı. Meşruti bir yönetime geçiliyordu. Kral yine olacaktı ama sembolik bir görev üstelenecekti. Kral yasa yapmayacak, yasa yapma yetkisi Fransa Meclisi’nde olacaktı. Fransa’nın yönetimi artık “meşruti monarşi”ydi. Ancak Paris’te karışmaya başlıyordu. Rejimsel kaosun yanı sıra halkın açlığı ve sefaleti devam etmekteydi. Tüm bu kaosu unutturmak amacıyla Fransa Avusturya’ya savaş açtı.1792 Nisanına gelindiğinde Fransa ve Avusturya savaş halindeydi. Fransa Avusturya’nın zenginliklerini ele geçirmek, kasasını doldurmak istiyordu. Aynı zamanda savaşta başarılı olunması 16. Louis’nin gücünü pekiştirmesi bağlamında da önemliydi. Zira eğer Fransa yenilirse Avusturya sayesinde ihtilalcilerden kurtulacak ve yeniden tahta geçecekti.  Pillnitz bildirgesinde Avusturya’yı destekleyen Prusya bu savaşta da Avusturya’nın yanında yer almıştı. Savaş Prusya’nın katılımından sonra savaş Fransa için çok parlak geçmiyordu. 1792’de Prusya Dükü Brunswick yayınladığı Brunswick manifestosuyla tüm ihtilalci hükümetleri yerinden edip krallık sistemini geri getireceğini açık açık belirtiyordu. Halk kralın Avusturya ve diğer ülkelerle işbirliği içinde olduğunu düşünüyordu.

Konvansiyon Meclisi, genel oy ve iki dereceli bir seçim sonucu meydana gelmişti. 20 Eylül 1792'de ilk toplantısını yapan Meclis, 749 milletvekilinden oluşmuştu. Bu meclis ilk olarak, 21 Eylül 1792 tarihli oturumunda krallığı kaldırmış ve Cumhuriyeti ilan etmişti. Konvansiyon Meclisi'nin bu kararı, Fransa'da 1. Cumhuriyet olarak adlandırılmıştır. Hükümet jakobenler tarafından devralındı. 10 Ağustos günü jakobenlerin izinden giden Paris halkı başkaldırdı. İsviçreli paralı askerlerin savunduğu Tuileries Sarayı taşradan gelen federelerin desteğiyle saldırıyla alındı. Meclis salonuna sığınmış kral ve kraliçe ayaklanmanın başını çeken devrimci komünün isteği üzerine tutuklandılar. Devrimciler resmen cumhuriyeti ilan ederken 16. Louis’nin artık Fransa Krallığı’nın bittiğini ilan ettiler.[16]  Ancak, 10 Ağustos’tan sonra yönetsel bir kargaşa da belirmişti. Resmi iktidar organlarının yani yasama meclisi ile yürütme konseyinin yanı sıra bir ikincisi ortaya çıkmıştı ve Paris’te gerçek iktidarı elinde tutuyordu. Bu başkaldırmış komündü ve devrimci halktan güç alıyordu. [17]

19 Ağustos’ta Prusya ordusu Fransız topraklarına girdi. Resmi yönetimin kumandasındaki Fransız ordusu çok zayıf bir direniş gösterebilmişti. İsteseydi işgalci Prusya Ordusunu topraklardan çıkabilirdi ama takviye birliği gönderilmedi. Jakobenler bu duruma çok tepkiliydi. Bunun üzerine ülke çapında bir genel seferberlik ilan edildi. Bütün gençleri askere aldılar bir anda çok büyük bir ordu kurdular. “Kral için değil Fransa için savaşıyorsunuz eğer kazanmazsanız başka ülkelerin krallarının emrine girersiniz”deniyordu. Bu telkin Fransız Devrimi’nin ulusalcı düşüncenin doğuşu bağlamında önemlidir. Milli duygularla oluşturulan askeri birlikler Valmy’de Prusya kuvvetlerine karşı ilk zaferlerini kazandılar. Belçika’ya girip çekilen düşmanı sıkıştırdılar. Avusturyalıları yenip Ren’e açıldılar. Aix-la-Chapelle’i, Worms’u işgal edip Frankfurt’u ele geçirdiler. Devrim ordularının bu zaferleri halkı coşkuya boğuyordu.[18]

Meşruti monarşiyi savunan jirondenlerle jakobenler devrime dair her konuda uyumsuzluk içindeydiler. Kralın durumunun ne olacağı sorusu da bu konuların başında geliyordu. Kraliçe Marie Antoinette vatana ihanet suçlamasıyla 16 Ekim 1793’te idam edilmişti. Jakobenler daha etkili olmuş, oy çokluğuyla kralın da öldürülmesine karar verilmişti. 16. Louis 21 Ocak 1793’te giyotine yollandı.

Cumhuriyetçi jakobenlerin Robespierre başkanlığındaki yönetimi hoşlanmadığı, kendilerine tehdit oluşturabilecek herkesi giyotine gönderiyordu. Cumhuriyetin içte ve dışta tehlikelerle karşılaşması üzerine, meclis, rejimi korumak ve karışıklıkları önlemek üzere çeşitli komiteler kurulmasına karar vermişti. Danton, Robespierre ve Marat gibi radikallerin öncülüğünde, "İhtilâlci Gözcü Komiteleri", "İhtilâl Mahkemesi", "Kamu Selâmeti Komitesi" ve "Siyasi Komiserlikler" oluşturulmuştu. İhtilâlci Gözcü Komiteleri'nin yabancıları gözaltında bulundurmak, kuşkulu kişilerin listesini hazırlamak, gerekli gördüklerinde de bu kişileri tutuklama yetkileri vardı. İhtilâl mahkemeleri ise; ihtilâl düşmanı her girişimi, özgürlük, eşitlik, birlik, Cumhuriyet'in bölünmezliği, devletin iç ve dış güvenliği aleyhindeki her suikasti ve krallığı yeniden kurmak amacını güden bütün komploları yargılama" hakkına sahip olacaktı. Verdiği kararlar bozulamayacak ve temyiz edilemeyecekti. Kamu Selameti Komitesi'nin görevi de, Meclis'e bağlı Geçici Yürütme Kurulu'nun yönetimine yardımcı olmak, gerektiğinde genel savunma önlemleri almaktı. Ordulara gönderilen siyasi komiserler orduda düzeni sağlamak ve gerekli gördüklerinde de generalleri tutuklamak yetkisine sahiptiler.

Robespierre yönetimi diktatörlük suçlamaları karşısında zorlanmaya başlamıştı. Terör kendisini iyice hissettiriyordu. Takriben 16 bin kişi giyotinle öldürülmüştü. Aşırı kanlı bir dönemdi ve halk Robespierre’nin bu tutumuna isyan etme noktasına gelmişti. Temmuz 1793’te Toulon Limanı’nda hükümete karşı bir ayaklanma gerçekleştirildi. Bu ayaklanmayı Napolyon Bonapart komutasındaki ordu bastırdı. Ama isyanlar devam etti.1794 Temmuzunda Thermidonrian ayaklanması yaşandı. Robespierre de sonunda giyotine gönderildi.  “Devrim kendi çocuklarını yer” sözü Robespierre’in idamından sonra siyasi literatüre girmiş bir benzetmedir.

Fransa savaşlarda başarı sağlıyordu. Nisan 1795’te Prusya ve İspanya ile barış imzalandı. Büyük Britanya ve Avusturya ile savaşlar sürüyordu. Ilımlı Cumhuriyetçiler, yeni bir anayasa hazırlamaya başlamışlardır. Yeni anayasayı hazırlama çalışmaları 22 Ağustos 1795 tarihine kadar devam etmiştir. Bu tarihte "3. yıl Anayasası" denilen anayasa kabul edilmiştir. 26 Ekim 1795'de de Konvansiyon Meclisi dağılmış ve Direktuvar dönemi başlamıştı.

Beş yöneticiden oluşan bir kurul oluşturuldu. Bu kurul “Directoire”, yani “Fransız İhtilali Hükümeti Beşler Heyeti” olarak adlandırıldı. Tek bir başkan yoktu beşli bir yönetim vardı. Parlamento iki meclisli bir sistemle işliyordu. Bu 500 kişilik bir meclisti.250 milletvekilli olan bir de mütevelli heyeti meclisi oluşturuldu. Beş kişilik yönetime önerilecek isimler meclis tarafından mütevelli heyetine iletilirdi. Yasama yetkisi Beş yüzler Meclisi'ne verildi. Milli hâkimiyet esaslarının kullanılması cumhuriyet dönemine göre daha azaltıldı. Millet Meclisi seçimlerine katılmak zengin olmayı gerektirdi. Sonuçta, devlet yönetimi güçleşti; meclisler arasındaki düşmanlık duyguları arttı; ordu, meclis kavgalarına ve siyasete girdi.[19]

Büyük Britanya hala sorun çıkarıyordu. Fransa’nın batıdaki topraklarına saldırıyordu. Paris’te kraliyet yanlıları ayaklanma çıkarmıştı. İhtilal Hükümetine karşıydılar ve krallığı geri getirmek istiyorlardı. Yönetimden dışlanmış olmaktan rahatsızdılar. Tuillerie’ye hücum ettiler. Eskiden kral ve çevresi Tuillerie’de devrimciler tarafından kuşatılmıştı şimdi de devrimciler Tuillerie’de kralcılar tarafından kuşatılıyordu. İhtilal Hükümeti zora düşmüştü. Kraliyet yanlıları çok kalabalıktı. Ama yine sahneye Napolyon çıktı. Yine askeri dehasıyla kalabalık kraliyet ordusu taraftarlarını etkisiz hale getirdi. Ekim 1975’teki bu başarısı Napolyon’u devrim kahramanı yapmıştı ve yıldızı hızla parlıyordu. Ama yönetim Napolyon’un bu kadar ünlenmesinden rahatsızdı. Kendileri için bir nevi tehdit olarak görüyorlardı. Fransa’dan uzaklaştırmak için İtalya seferinde görev verdiler. Napolyon İtalyan cephesinde başarılı oldu başkomutanlığa yükseldi.

Ekim 1797’de Avusturya ile Fransa Campo Formio barışını imzaladı. İngiltere ile sürtüşme sürüyordu. Napolyon’a Büyük Britanya’ya karşı yapılacak bir müdahalede tam yetki verildi. Napolyon Mısır’a saldırmayı kafasına koymuştu.1798’de Toulon’dan yola çıktı. Malta’yı da alarak Mısır’a vardı. Amacı aslında Hindistan’taki İngilizlere zarar vermekti. Mısır’da iktidarda olan Memlük güçlerini komuta etti. Mısır’da başarılı da oldu. Bunun üzerine dünyanın en güçlü donanmasına sahip İngiltere Horatio Nelson yönetimindeki bir donanmayı Mısır’a gönderdi. Nil Savaşı’nda Fransız donanması alt edildi. Napolyon Mısır’da duramayacağını anladı dönüşe geçti. 1799’da ordusunu Mısır’da ve Suriye’de bırakıp Fransa’ya geri döndü.

Dönüşünde yönetimin gücünü yitirdiğini gördü. Halkın açlık sorunu sürüyordu. Direktuvar bütün saygınlığını yitirmişti. Güvenilir hiçbir yandaşı kalmamıştı. Düzenin önde gelenleri direktuvarı devirmek için fırsat kolluyorlardı. Ellerinde uysal bir araç olacağı düşüncesiyle seçimlerini Napolyon’dan yana yapmışlardı. Direktuvarın iki üyesi, Sieyes ile Roger Ducas da tertibin içindeydiler. Birkaç general haricinde ordu da direktuvar yönetimine karşıydı. [20]

Beşli yönetimden üç kişi Napolyon’la işbirliğine gitme kararı aldı. Hedef askeri bir darbe yapmaktı ve bu amaçla istifa ettiler. Yine ayaklanmalar sürüyordu. Jakoben yönetime tehlike altında oldukları Batı Fransa’ya gitmeleri önerilmişti. Napolyon tarafından korunma garantisi de verilmişti. Oysa bu bir taktikti. Meclis Batı Fransa’ya gitmişti ama meclis üyelerinin bulunduğu alan Napolyon’a bağlı askerlerce kuşatılmıştı. Napolyon meclis üyelerine gayrı meşru olduklarını söyledi. Meclis üyeleri ile sürtüşme yaşandı. Bunun üzerine askerler meclisi basarak 500 üyeyi dağıttı. Napolyon ve iki yönetici yönetime el koydu. Yeni bir anayasa hazırlığına giriştiler. Artık Napolyon ipleri tamamen ele geçirmişti. 1799'da konsüllük idaresi kuruldu. Bu idarede beş direktuvarın yetkileri üç konsüle devredildi ve tüm yetkiler birinci konsülde toplandı. Birinci konsül de General Napolyon Bonapart oldu. Bu idare 1804 yılına kadar devam etti. Bundan sonra imparatorluk idaresi başladı. İktidarı iki yöneticiyle birlikte ele geçiren kendisinin 1. Konsül olmasını sağladı.

Konsüllük döneminde büyük zaferler kazanılmış, ziraat, ticaret ve sanayi gelişmiş, fakat buna karşılık millet meclisi etkinliğini kaybederek ihtilal hedefinden uzaklaşmıştır. Ülke tekrar ferdi otorite ile yönetilmeye başlanmıştır. Napolyon Bonapart, kendisini dört yıl süreyle konsül seçtirmişti. Bu tarihten sonra, Napolyon Fransa'nın yönetimini eline almıştır. Napolyon, ilk iş olarak görevlendirilen iki anayasa komisyonunun hazırladığı anayasa taslağına son şeklini vererek ilan ettirmek olmuştur. Cumhuriyeti esas alan ve dört meclisli bir parlamento meydana getiren bu anayasa, Napolyon'un kişiliğinde toplanan merkeziyetçi bir yönetim anlayışına sahipti. Bu nedenle, dönemi "despotik cumhuriyet" olarak da adlandırıldı. Napolyon, anayasadan yararlanarak kendisini ömür boyu konsül seçtirmiştir ve 2 Aralık 1804'te de imparatorluğunu ilan etmiştir. Bu durum ve General Bonapart'ın İmparatorluk idaresi 1815 yılına kadar devam etmiştir.

Sonuç olarak Fransız Devrimi 1789-1815 yılları arasında farklı dönemler barındıran bir süreçti. Meşrutiyet Devri, Cumhuriyet Devri, Direktuvar İdaresi Devri, Konsüllük Devri,

Ve İmparatorluk Devri olarak sıralanabilir. Rakip blokların iç mücadeleleriyle geçen ihtilal sürecinde şöyle bir devrimsel takvim gerçekleşmiştir: Saray-Tiers Etat karşıtlığı (Mayıs 1789-Temmuz 1789, Saray-Devrimci rejim karşıtlığı (Haziran 1792-Ocak 1793), Vendee isyanı, Montagnard’lar-Gironde Federalistler karşıtlığı (Mart 1793-Aralık 1793), Direktuvar-kralcılar-Bonapart karşıtlığı (Ağustos 1799/Kasım 1799)[21]

1789 Devrimine, sadece Fransız tarihine ait bir olay olarak değil, sonuçları bağlamında bütün dünyayı etkilemiş olan evrensel bir sosyal dönüşüm olarak bakmak gerekir. Yeni Çağ’ın sonunu getiren ve Yakın Çağ’ı başlatan Fransız Devrimi’nin sonuçlarını irdelediğimizde mutlak krallıkların da yıkılabileceğini gösterme bağlamında tarihi bir önem taşıdığını görmekteyiz. Aynı zamanda kilisenin de durumu sorgulanır olmaya başlanmış bunun sonucunda da demokratik, laik ve anayasal rejimler Avrupa’da yaygınlaşmaya başlamıştır. Eşitlik, hürriyet, adalet ve demokrasi kavramları Fransız Devrimi’nden sonra ön plana çıkmıştır. İnsan haklarına gösterilen hassasiyet artmaya başlamıştır.

İhtilal ile şekillenen ve güçlenen fikir akımları, kısa sürede Fransa'yı milli devlet yapısına ve cumhuriyet idaresine kavuşturmuştur. Ancak, gelişmeler Avrupa devletlerini endişelendirmiş ve bu devletleri Fransa'ya karşı aynı ittifak içinde birleşik mücadeleye yöneltmiştir. Tekrar imparatorluk şeklini alan Napolyon döneminde yaklaşık 15 yıl devam eden "Koalisyon Savaşları" ihtilal fikirlerinin tüm Avrupa'ya yayılmasına sebep olmuştur. Keza, Avrupa güçler dengesi bu savaşlar sonunda tamamen bozulmuş ve yeni bir Avrupa siyasi haritası oluşmuştur. Bu durum, Avrupa toplumlarının tepkisini arttırmış ve mücadele Fransa'nın işgali ile sonuçlanmıştır.

Fransız Devrimi’nin en önemli sonuçlarından biri de ulusçuluk fikrinin doğmasına ortam hazırlamış olmasıdır. Avrupa'nın monarşik devletlerinin demokratikleşmeye başlayan Fransa'ya karşı uzun süren savaşları başlatmaları, Fransız halkını bütünleştirmiş "Milliyetçilik" akımını ortaya çıkarmıştır. Devrimden sonra ulusçuluk hareketleri siyasi bir karakter kazanarak çok uluslu devletlerin, imparatorlukların parçalanmasında ve mutlak monarşilerin sona önemli rol oynamıştır. Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ihtilalden en fazla zarar gören iki devlet olmuştur.

Osmanlı Devleti, Fransız İhtilalini Avrupa’nın iç meselesi olarak görüyor ve ilgilenmiyordu. III. Selim ihtilalci Fransa’yı desteklemişti. Bu da Osmanlı’nın kendisi için büyük tehlike oluşturacak olan toplumsal hareketi çözümleyememesinin bir ispatıydı aslında. Ne zaman ki Fransa 1797’de, Yedi adalara el koyup Yunanları bağımsızlık için kışkırtmıştır,  Osmanlı, devrimin ve yaydığı milliyetçilik duygusunun ne olduğunu işte o zaman anlayabilmiştir.

Türk Devrimi ile Fransız Devrimi arasında da benzerlikler çoktur. Hatta kimi yorumlara göre Türk Devrimi “Doğunun Fransız Devrimi” şeklinde algılanmaktadır. Türk devriminin “lider” odaklı olması, sınıfsal farklılıkların bulunmaması gibi bazı şekilsel farklılıklar bulunsa da devrim ruhunun yansıması açısından her iki devrim de birbirine çok benzer.  Örneğin Tiers Etat’nın ulusal bir meclis kurma kararlılığını Amasya Genelgesi’nin özünde görebiliriz.  Yönetimin monarkın elinden alınıp halka geçmesi, aydınların özgürlük duygusunu aşılamaları, halkın özveriyle ihtilale destek vermesi, ihtilalin ardından devrimin gerçekleşmesi, devrimin kendi anayasasını oluşturması, gibi öne çıkan karakteristik özellikler her iki devrimde de ortaktır.


Dipnotlar Ve Kaynakça

[1] Toktamış Ateş, Dünyada Ve Türkiye’de Laiklik, Ümit Yayıncılık, Ankara 1996, s.60

2 Server Tanilli, Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz, Alkım Yayınları, İstanbul 2007, s.33

3 Pierre Gaxotte, Fransız İhtilali Tarihi (Çeviren Samih Tiryakioğlu), Varlık Yayınevi,  İstanbul, 1962, sayfa 1

4 Server Tanilli, Dünyayı Değiştiren On Yıl – Fransız Devrimi Üstüne (1789-1799) Cem Yayınevi, İstanbul, 1993, s.27

5 Tanilli, a.g.e., s. 28

6 Tanilli, a.g.e., s.33-34

7 Dr.Veli Yılmaz, Siyasi Tarih,  Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1988, s.76

8 Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997, s. 35

9 Charles Tilly, Avrupa’da Devrimler (1492-1992), Yeni Binyıl Gazetesi Yayını, s.230

10 Tilly, a.g.e., s. 231

11Tanilli, a.g.e., s. 82

12Tanilli, a.g.e., s.82

13 Veli Yılmaz, a.g.e., s.77

14Tanilli, a.g.e., s.99

15Tanilli, a.g.e., s. 103

16 Tanilli, a.g.e.,  s. 109

17Tanilli, a.g.e.,  s. 111

18Tanilli, a.g.e.,  s. 114

19Veli Yılmaz, a.g.e., s.78

20 Tanilli, a.g.e. , s. 188

21Till, a.g.e., s.232