google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Karaoğlan'ın Hikayesi

Bülent Ecevit, Türkiye’nin alışageldiği lider tiplemelerinin çok dışında, farklı bir siyasetçiydi. Ecevit’in şahsında gözlemlenen “farklılık” aslında siyasete kattığı artı değerlerin bir sentezi gibiydi. Başarılı bir siyasetçiydi Bülent Ecevit ama “insani” özellikleri siyasetçi kimliğinin önüne geçmiş, erdemleriyle kendisini topluma sevdirmiş ve kabul ettirmiş bir liderdi. Taha Akyol’un da makalesinde altını çizdiği gibi Bülent Ecevit bir asker değildi, bir ekonomist, bir işletmeci, iş ve yönetim pratiğinden gelen bir lider de değildi. Ecevit bir entelektüeldi, bir düşünürdü[1] Siyasete girdikten sonra siyasetin kalıplarının kendisini şekillendirmesine izin vermeyen, bilakis siyasete bizzat şekil vermeyi tercih etmişti. Kendisini siyasetçi rozetine” taşıtmayan”, tam tersi taşıdığı o rozetin değerini arttıran bir duruş sergiledi hep siyasi yaşamında. Unvanlarının, yaşadıklarının alçakgönüllü, utangaç ve duygusal kişiliğini bozmasına asla izin vermeyen Ecevit “halk adamı” kimliğini korudukça “halkın lideri” olma özelliği daha da pekişti. “Halk adamlığı”nın popülizme dönüşmesine izin vermeyen duruşuyla da siyasette saygın bir yer edinmeyi başarmıştı. Toplumun, “Karaoğlan, Kıbrıs Fatihi, Eco, Kenya Fatihi” gibi, hiçbir siyasetçiye takmadığı kadar çok lakabı Bülent Ecevit’e yakıştırması onun sadece siyasete değil yüreklere de liderlik yaptığının bir göstergesiydi. Gösterişin asla yaklaşamadığı özel yaşamında nezaketiyle ve zarafetiyle, İlber Ortaylı’nın tabiriyle Türkiye’de başbakanından köy muhtarına kadar “Sayın” diye hitap etme alışkanlığını getiren kişi yine Bülent Ecevit’ti.[2]   Keza yıllarca siyaset yapmasına rağmen tertemiz kalabilmeyi ve yakın çevresini de temiz tutabilmeyi başararak “Dürüst lider” unvanını da hak etmesini bilmiş bir siyasetçiydi Ecevit…

Eğitimin ilk önce ailede başladığı tezini ispatlar mahiyette bilimle ve sanatla iç içe yaşayan bir anne babanın evladı olarak dünyaya gelmiş olması, Bülent Ecevit’in barış ve nezaket erdemlerine bağlılığının yanı sıra edebiyata olan düşkünlüğünü de açıklamaktadır. Mustafa Bülent Ecevit 28 Mayıs 1925 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Babası Prof. Dr. Mehmet Fahri, annesi ise ressam Nazlı Ecevit’tir.[3] Büyük babası Kastamonu-Dadaylı ünlü din bilgini Mustafa Şükrü Efendi’dir. Anne tarafından kökeni ise Osmanlı Sarayı’na dayanıyordu. 1935 yılında Soyadı Kanunu çıkınca aslen Kastamonulu olan babası, Kastamonu’nun Ecevit yöresini çok sevdiğinden  “Ecevit” soyadını seçmişti.

Ankara’da Necati Bey İlkokulu’nda başladığı ilkokul eğitimini Mimar Kemal İlkokulu’nda tamamladı. Ardından iki yıl süresince Erkek Lisesi’nin orta kısmına devam etti. Ailesi iyi bir İngilizce öğrenmesini istiyor ama diğer yandan ekonomik durumları elvermiyordu. 1938 yılında gerekli maddi olanak sağlandı ve Bülent Ecevit’in İstanbul’da, Robert Kolej de okumasına karar verildi. Uzun yıllar halkın kendisinden bahsederken kullandığı “Eco” lakabı da Robert Kolej’de okurken arkadaşları tarafından takılmıştı.

Küçük bir çocukken dışarıda oynamaya, gençliğinde ise eğlenceye hevesli olmamıştı hiçbir zaman. Onun en büyük tutkusu okumak, yazmak. Özellikle de şiir yazmaktı. Anne babasının da evde sürekli sanattan, siyasetten konuşuyor olmaları çok küçük yaşlardan itibaren bu konulara ilgi duymasına neden olmuştu.

Yıllar sonra CHP'nin Genel Başkan koltuğuna oturduğunda annesi Nazlı Hanım'a gazeteciler, oğlunun başarısının sırrını soracaklar, o da şöyle diyecekti: "O, küçükken bile vaktini devamlı kitap okuyarak geçirirdi. Daha 16 yaşında Tagore'un Gitangali'sini çevirmişti.”[4] “Tercüme en başarılı dersiydi. Notu hep 10’du. Başarısının sırrı Türkçesinin temizliğinde, iyi İngilizcesinde, sabır ve titizliğindeydi… Şair olmayı kafasına koymuştu Ecevit. Nitekim Robert Kolej’in “Record” adı verilen 1944 yıllığında Rum Asıllı sınıf arkadaşı Dimitri Andradis Ecevit’i şöyle tanımlayacaktı: ‘Bir bardak çay, bir yaprak kâğıt, bir kurşun kalem ve bir şiir kitabı… İşte Bülent’in en sadık arkadaşları”[5]

Robert Kolej yıllarında Bülent Ecevit’in bir değer zevkiyse arkadaşlarıyla sosyal konularda sohbet etmek ve tartışmaktı. Sınıf arkadaşı Ahmet İsvan’ın (ki sonradan Ecevit CHP Genel Başkanı’yken partisinin İstanbul Belediye Başkanı oldu) odasında toplanırlar ve saatlerce ülkenin gündemindeki konuları değerlendirirlerdi. Kolejin yatılı ücreti artınca, ailesinin maddi olanakları yetersiz kaldığından Bülent Ecevit pansiyonda kalmaya başlamıştı.  Aynı yıl babası CHP listesinden Kastamonu milletvekili seçilmişti.

Robert Kolej’de tiyatroyla da uğraşıyordu Ecevit. Rol aldığı bir piyesin sahne dekorunu yapan Rahşan Aral ile bu vesileyle tanıştı. Bülent Ecevit ve Rahşan Hanım’ın tanışmalarına vesile olan kişi ise oyunun yazarı, okul arkadaşı Altemur Kılıç’tı. (Atatürk’ün en yakın çalışma arkadaşlarından Kılıç Ali’nin oğlu)[6] Bu piyesle başlayan sıcaklık,  Gümüşsuyu’ndan Dolmabahçe’ye giderken yapılan bir evlilik teklifiyle uzun süren bir beraberliğin başlangıcı oldu. Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit, şiir ve edebiyatla geçecek bir hayat umuyorlardı. Ta ki Bülent Ecevit siyasete atılana kadar…

Okul bittikten sonra Bülent Ecevit Ankara’ya geri döndü. Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde çevirmen olarak göreve başladı. Üniversiteyi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde okumak istemesine rağmen babasının ısrarıyla hukuk okumak durumunda kalmıştı. Hukuk Fakültesi’ne hiç ısınamamıştı, derslere girmiyor sürekli kahvelere gidiyordu. Üç ay sonra babasını ikna ederek Dil Ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne geçti. Aynı dönem 60 yıl hem eşi hem de en büyük destekçisi olacak Rahşan Ecevit ile 22 Ağustos 1946’da evlendi.

Evlendikten sonra Bülent Ecevit Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından Londra’da görevlendirildi. Üniversite eğitimine de İngiltere’de devam etmek arzusuyla Londra’ya gitti. Bir yıl Londra’da yalnız yaşacak, sistemini kurduktan sonra eşini de yanına aldırtacaktı. [7] Ama eşinin hasretine dayanamamış ve düzenini tam oturmadan Rahşan Ecevit’i İngiltere’ye getirtmişti.

O maaşla ikisinin birden geçinmesi olanaksızdı. Rahşan Ecevit o yoksul günleri şöyle hatırlıyordu; "Yiyecek kıtlığı vardı. Paramız olmadığı için vesikayla alınacakların tümünü alamazdık. Alabildiğimiz kadarıyla idare ederdik. Bülent kirası ucuz olsun diye şehirden uzak bir yerde yaşıyordu. Öğlenleri yemeğe gelemezdi. Ben de öğlen yemezdim. Akşam yemeği beraber yiyelim diye, aldığım yiyecek malzemesinin çok küçük bir kısmını kullanırdım."[8] Londra’da öyle büyük ekonomik sıkıntı çekmişlerdi ki nikâh yüzüklerini bile satmak durumunda kalmışlardı. Bülent Ecevit Londra’da üniversite eğitimine devam ediyordu ama tamamlayamadan Türkiye’ye dönmek durumunda kalmışlardı.

Ecevitlerin Türkiye’ye dönüş kararı almalarında en önemli faktör Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950’de iktidara gelmesiydi. Ecevit dönüş karanı şöyle anlatıyordu yıllar sonra: “Demokrat Parti’nin iş başına gelir gelmez Atatürk devrimlerinden ve ilkelerinden taviz verir bir görüntü içine girmesi beni çok rahatsız etti. Türkiye’ye dönüp kendi gücüm oranında bu eğilime karşı bir şeyler yapma ihtiyacı duymaya başladım. Kimse bana ‘gel’ dememişti. Üstelik yaşam koşullarımız da eskisine oranla bir hayli düzelmişti. Ama geri dönmeye kararlıydık”[9]

Türkiye’ye dönüşlerinde Ulus Gazetesi’nde işe başlamıştı. 1951 yılında babasını kaybeden Ecevit aynı yıl askere gitti. 1952 yılında terhis olduktan sonra tekrar gazeteciliğe geri döndü. Demokrat Parti iktidarı Aralık 1953’te CHP’nin malvarlığına el konulmasını ve Ulus Gazetesi’nin kapatılmasını öngören bir kanun çıkardı. Ecevit bu duruma çok kızmıştı. Siyasete ilk adımını atmasını sağlayan olay buydu. O kızgınlıkla CHP Çankaya Gençlik Ocağı’na 1954 yılı başında kayıt yaptırdı ve ardından Gençlik Kolları Merkez Kurulu Üyesi oldu. Ulus yeniden açılana kadar muhalif yazılarını Halkçı Gazetesi’nde sürdürdü.[10] 1954 yılında kendisini mesleki anlamda geliştirmesine olanak sağlayacak bir teklif aldı Ecevit; Amerika’da staj yapma fırsatı bulmuştu.  Amerika’dayken Türkiye’deki gelişmeleri ilgiyle izliyordu. Erken seçim kararını öğrenince pişmanlığa boğulmuştu. Genel seçimler bir yıl erkene alınmış, 27 Ekim 1957’de yapılacaktı. “Keşke Rockefeller Vakfı’nın bursunu kabul etmeyip memlekette olsaydım” diye düşündü. [11] Her gün gazetelerden genelde Türkiye siyasetini özelde ise CHP’yi takip ediyordu. Eylül ayının sonunda bir akşam kaldığı pansiyona geldiğinde kendisine Türkiye’den gelen bir telgraf iletildi. Eşinden ya da annesinden kötü bir haber geldiğini düşünerek korka korka okudu telgrafı. Ama an önceki endişesi yerini büyük bir coşkuya bırakıyordu. Hiç beklemediği telgraf 32 yaşında kaderini, alın yazısını değiştiriyordu Ecevit’in. Telgraf CHP Genel Sekreterliği’nden geliyordu. Genel İdare Kurulu’nca CHP Ankara listesinden kontenjan adayı gösterildiği bildiriliyor, derhal yurda dönmesi isteniyordu.[12]

Bir yıl sürecek bursu dokuz ayda kesip, kimseye veda bile edemeden apar topar, seçimlere 27 gün kala Türkiye’ye dönmüştü Ecevit. Adaylık süresince eşiyle uzun uzun siyaseti konuşuyorlardı Eşi alacağı her kararda onu destekleyeceğini onun yanında olacağını söylüyordu Bülent Ecevit’e. Bugün hala kullanılan “Yoksul halk için hakça düzen” sloganını işte o dönem Rahşan Hanımla birlikte bulmuşlardı.[13]

Listenin lokomotifliğini İsmet İnönü ve Kasım Gülek yaptığından Ankara’ya “cepte keklik” nazarıyla bakıyordu CHP Genel Merkezi. Listede 13. Sıradaydı Ecevit. Ama ekseriyet sistemi uygulandığından sıranın önemi yoktu… 27 Ekim günü geldi çattı nihayet. CHP umduğu zaferi kazanamamıştı ama Ankara’yı almış ve yurt çapında da bir hayli ilerlemiş, milletvekili sayısını 31’den 178’e çıkarmıştı. Bülent Ecevit 178.736 oyla Ankara’dan CHP’nin “Çocuk milletvekili” olarak TBMM’ye ilk kez adımını atmıştı. Tıpkı gazetecilikte olduğu gibi politika hayatına da paraşütle yumuşak iniş yapmıştı.[14]

Milletvekili olarak siyasi yaşamına başlayan Bülent Ecevit kısa bir süre sonra 27 Mayıs 1960 İhtilali’yle karşılaştı. Ecevit 27 Mayıs’ı demokrasiye karşı bir eylem olarak görmüyor, bilakis bütün kurumlarıyla yıkılan demokrasinin kurtuluşu olacağını düşünüyordu. Ardından Bülent Ecevit’in de içinde bulunduğu Kurucu Meclis 6 Ocak 1961’de yeni anayasayı yapmak üzere toplanıyordu.[15]

İhtilal sonrası tüm dönemeçler geçilmiş, genel seçime giden yol açılmıştı. 15 Ekim 1961 seçimleri aday yoklamasında Ankara listesine Rüştü Aksal’ın altında ikinci sırada girmişti. Kampanyada ilk kez seçildiği Merkez İdare Kurulu üyesi olarak yaptığı radyo konuşmasında “yakın köyler arasında merkezler” kurulacağını vaat ediyordu. O radyo konuşması 12 yıl sonrasının “Ak Günlere” seçim bildirgesinin işlenmemiş haliydi.[16]

Askerî müdahaleden sonraki seçimlerde tekrar milletvekili seçildi. 1961 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in hükümeti kurmakla görevlendirdiği İsmet İnönü’nün kendisini Çalışma Bakanlığı’na atadığını bildirmesini tam bir sürpriz olarak karşılamıştı Ecevit. Daha 36 yaşında çok büyük bir sorumluluk yüklenmişti omuzlarına…[17]Çalışma Bakanlığı sırasında işçi hakları konusunda yaptığı reformlar nedeniyle Zonguldak İl Örgütü ve işçiler 1965 seçimlerinde Ecevit’i kendi şehirlerinde görmek istediler.1965 yılındaki seçimlerde Zonguldak'tan yeniden milletvekili seçildi. Seçimleri Süleyman Demirel'in başkanlığındaki Adalet Partisi kazanmış CHP yurtta büyük bir yenilgi yaşamıştı. Merkez Yönetim Kurulu’na girmesi için yapılan teklifleri reddetti. Dönemin sonunda politikayı bırakıp yeniden yazarlığa dönmeye niyetleniyordu ama partililer bırakmadılar. Bunun üzerine Ecevit “Ortanın solu” hareketine destek arayan CHP’lilere destek vermeye başladı. [18]

1965 seçimlerinde alınan yenilgi CHP içindeki “Ortanın Solu” tartışmalarını arttırmıştı.  Bu tartışmalar esnasında “Ortanın Solu”nu savunan ekip kendi düşünce yapısını Ortanın hem parti örgütüne hem de halka anlatma durumunda kalmıştı.  Bülent Ecevit’in liderliğini yaptığı ekip sık sık yurt gezilerine çıkmaktaydı. Yurt gezileri ilk defa seçim döneminde yapılan bir etkinlik olmaktan çıkıp, halkla ve örgütle iletişim kurmanın bir aracı haline gelmişti. Kurulan bu iletişimin yukarıdan aşağı kurulan iletişimden çok daha etkili olması sonucunda “Ortanın Solu” ekibi, parti örgütüne egemen olmuştu. Ecevit’in kongrede kürsüden söylediği şu sözler yeni yaklaşımın gerçek temellerini ortaya koymaktadır: “Ortanın soluna karşı koyanlar Atatürk ilkeleriyle çelişme halindedirler. Ortanın solu İnönü’nün dediği gibi partinin sosyal yenileşmenin bilincine varışı demektir. Ortanın solu yüzünden seçim kaybetmedik. İç ve dış sömürücüleri karşımıza aldığımız için kaybettik. Gene bunları karşımıza alacağız, çünkü Türk Halkı’nın kurtuluşu buradadır” [19] “Ortanın Solu” ekibinin lideri Ecevit, bu sayede 18 Ekim 1966’da yapılan oylamada 41 yaşında Genel Sekreterliğe gelmişti.[20] CHP tarihinde ilk defa bir genel sekreter ilçelerden köylere bütün CHP örgütlerini tek tek gezerek partililer ve delegelerle tanışmıştı. Ecevit çalışkanlığı, hitabet gücü ve parti içinde demokratik sol duruşuyla giderek sivriliyordu.

TSK'nın 12 Mart 1971 muhtırasından sonra, CHP'nin tutumu konusunda parti içinde önemli görüş ayrılıkları belirmiş ve İnönü parti genel sekreteri Bülent Ecevit'le anlaşmazlığa düşmüştü. İsmet İnönü, müdahaleye açıkça karşı çıkılmasını onaylamıyordu. Yeni kurulacak hükümete partinin üye verip vermeyeceği konusunda beliren anlaşmazlık sonucunda Ecevit genel sekreterlikten istifa etti. Ecevit görevi bırakmıştı ama partide yıldızı hızla parlamaya devam ediyordu. Ecevit ve İnönü arasındaki soğuk savaş yerini 4 Mayıs 1972’de toplanan 5. Olağanüstü Kurultay’da bir genel başkanlık yarışına bırakıyordu. Hatta Kurultayda İnönü, politikalarının partisince onaylanmaması durumunda istifa edeceğini açıklamıştı. Kurultayda parti meclisi için yapılan güven oylamasında Ecevit yanlılarının 507'ye karşılık 709 oy ile güvenoyu alması üzerine, İnönü 8 Mayıs 1972'de istifa etti. İnönü’nün istifasının ardından 14 Mayıs 1972 tarihinde Bülent Ecevit genel başkanlığa seçildi. CHP’de artık resmen “Ecevit dönemi” başlamıştı…

Ecevit’le özdeşleşen mavi gömlek imajı o dönem oluşmuştu. Mavi gömleğin sırrını Rahşan Ecevit yıllar sonra şöyle anlatıyordu: “Bülent Ecevit o dönem konuşmalarını bir kamyon üzerinde yapardı. Kamyonun üzeri çok kalabalık olurdu kimin konuştuğu seçilemezdi. Bir gün ben de onu herkesle birlikte uzaktan izlemek istemiştim. Bir ara yakınımda birilerinin çevresindekilere “Hangisi Ecevit?” diye sorduğunu duydum. Ben “işte o mavi gömlekli” deyivermişim. O günlerde genellikle beyaz gömlek giyilirdi. Renkli gömlek seyrek görülürdü. Birkaç defa aynı durumla karşılaşınca ben de hep mavi gömlek giydirmeye başladım.”[21]

Ecevit’e “Karaoğlan” lakabının takılışı ise Kayhan Sağlamer’in “Ecevit Olayı” adlı kitabında söyle anlatılır: “1973 seçimleri öncesi yurt gezileri devam etmekteydi ve ekip Sivas’ın Yıldızeli ilçesindeydi. Ekibi kalabalık bir gazeteci topluluğu takip etmekteydi. CHP otobüsü etrafında dolaşmakta olan gazetecilere, bir nine iki büklüm elinde eğri büğrü bastonu ile yanaştı… Ve tarazlı sesi ile sordu: ‘Karaoğlan nirede ha evlatlar, Karaoğlan’ı görmek istiyorum.’ Pek yüz vermedi gazeteciler… Karaoğlan lakabını pek önemsemedi gazeteciler ama ninenin Ecevit’i kast ettiğini anlamışlardı. Neden sonra birisi bir başkasına anlattı…” Böyle kulaktan kulağa CHP yöneticilerinin kulağına gitti ve Karaoğlan lakabı, hemen bir slogan olarak islenmeye başlandı. Hatta Aşık Veysel’in “Benim sadık yârim kara topraktır” dizesi “Bizim sadık dostumuz Karaoğlan’dır” haline dönüştü. Karaoğlan lakabı bir anda tüm Türkiye’ye yayıldı.”[22]

 4 Ekim 1973 tarihinde yapılan seçimlerde Ecevit'in başkanlığındaki CHP en fazla oyu almasına rağmen çoğunluğu kazanamamıştı. 26 Ocak 1974 tarihinde Millî Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon kurmak zorunda kaldı. Siyasette merdivenleri kararlı bir biçimde çıkan Bülent Ecevit ilk defa başbakan oluyordu.

15 Temmuz 1974, Türkiye’nin tarihinde önemli yer tutacak bir gündü. O gün Ecevit eşiyle birlikte Afyon’daydı. Ankara’ya dönünce Bakanlar Kurulu toplanacak ve Kıbrıs Barış Harekâtı için karar alınacaktı. EOKA yanlısı Rumlar Kıbrıs’ta Makarios’a karşı darbe yapmış adada yaşayan Türkler’in can güvenliği tehlikeye girdi. Türk birliklerinin çıkarması 4 gün sonra, 20 Temmuz’da gerçekleşti. Operasyon başarılıydı. Halk gittiği her yerde Ecevit’i sevgiyle karşılayıp “Kıbrıs Fatihi” diyerek tezahüratta bulunuyordu. [23] Hatta bu operasyonu hazmedemeyen tek kollu Stavros adında bir Rum 26 Temmuz 1976’da ABD’de Ecevit’e başarısızlıkla sonuçlanan bir suikast girişiminde bulunuyordu.

Bu hükümetin dağılması üzerine Süleyman Demirel'in başbakan olarak görev yaptığı AP-MSP-MHP-CGP partilerinden oluşan I. Millî Cephe Hükümeti kuruldu. Ecevit ve CHP artık muhalefetteydi. Muhalefete geri dönen Bülent Ecevit seçim kampanyası için gittiği İzmir hava meydanında 29 Mayıs 1977 cumartesi günü şaibeli[24] bir suikasttan daha zor kurtulmuştu. Bu suikast girişiminden bir hafta sonra yapılan  5 Haziran 1977 genel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi oyunu yüzde 41'e, (Türkiye’de bir sol partinin aldığı en yüksek oy oranı) çıkarmıştı. Tabii bunda Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan ötürü toplumda Ecevit’e duyulan sevginin ve güvenin önemli bir rolü vardı. Ecevit oy oranını artırmakla birlikte o zamanki seçim sistemine (nispi seçim sistemi) göre çoğunluğu kazanamadığı için bir azınlık hükümeti kurmaya karar verdi. Bu azınlık hükümetinin güvenoyu alamadı. Bu sefer tekrar Süleyman Demirel'in başbakanlığında II. Millî Cephe hükümeti (AP-MSP-MHP) kuruldu. Bu hükümetin de kısa ömürlü olması sonucu Ecevit kendi deyimiyle "Kumar borcu olmayan 11 milletvekili” arayışına başladı. Güneş Motel’de 11 AP Milletvekiliyle görüşme yapması siyasi tarihe “Güneş Motel Olayı” diye geçti.  AP'den ayrılan 11 milletvekilinin desteğiyle 5 Ocak 1978 tarihinde yeni bir hükümet kurarak tekrar başbakan oldu. Ancak bu 11 milletvekilinin (Tuncay Mataracı, Hilmi İşgüzar, Orhan Alp, Oğuz Atalay, Mete Tan, Güneş Öngüt, Mustafa Kılıç, Şerafettin Elçi, Ahmet Karaaslan, Enver Akova, Ali Rıza Septioğlu) desteğini kazanmak için verdiği tavizler ve bakan yaptığı 11 milletvekili hakkındaki kimi iddialar sonuçta Ecevit’i zor duruma sokmuştu.  

Bu arada ekonomi kötüye gidiyor, halkın geçim sıkıntısı büyüyor, sağ sol çatışmaları tüm yurda yayılıyordu. TÜSİAD gazetelere tam sayfa ilan vererek hükümetin uygulamalarını eleştirdi. 14 Ekim 1979'da yapılan ara seçimlerde başarısızlığa uğrayan Ecevit görevden çekildi ve Süleyman Demirel 25 Kasım 1979 tarihinde MSP ve MHP'nin desteğiyle bir azınlık hükümeti kurdu. 12 Eylül 1980 tarihinde Genelkurmay başkanı Kenan Evren'in komutasındaki silahlı kuvvetler ülkenin yönetimine el koydu. Diğer parti başkanlarıyla beraber Bülent Ecevit de 10 yıl siyaseten yasaklı duruma düştü bir süre gözaltında tutuldu. Ecevit’in başvurusu üzerine cezası 4 aydan üç aya indi. İnfaz yasasının “meşruten tahliye” olanağından yararlanan Ecevit 2 ay hapis yattıktan sonra 1 Şubat 1982’de erken tahliye oldu. [25]

Ecevit tahliye olduktan sonra askeri yönetime muhalefetini sürdürdü. Tekrar gazeteciliği geri döndü. Arayış dergisini çıkardı. Ancak 1981'de çıkan Arayış Dergisi 1982'de askerî rejim tarafından kapatıldı. Ecevit serbest bırakıldıktan 2,5 ay sonra 10 Nisan 1982’de yeniden gözaltına alınarak Ankara’daki askeri dil okuluna kapatıldı. Hakkında başka suçlamalar da bulunan Ecevit yaklaşık 2 aylık bir tutukluğun ardından 3 Haziran 1982’de serbest kaldı. Bu aynı zamanda Ecevit’in virajı son anda alması gibiydi zira eğer Ecevit bir yılı aşkın bir süre mahkûmiyet alsaydı siyasi haklarını tamamen kaybedecekti. [26]

Bülent Ecevit’in siyaset yapma yasağı devam ediyordu ama 1985 yılında eşi Rahşan Ecevit'e Demokratik Sol Parti’yi kurdurtuyordu[27]. Emanetin asıl sahibi elbette Bülent Ecevit’ti. DSP kuruluş heyecanını yaşan Bülent Ecevit partinin kuruluşundan kısa bir süre önce annesi Nazlı Hanım’ın vefatıyla sarsılıyordu. 1987 yılında yapılan referandumla eski siyasi liderlerin siyaset yasağı kaldırılınca 13 Eylül 1987’de Bülent Ecevit DSP'nin başına geçiyordu. Rahşan Hanım ise Genel Başkan Yardımcısı unvanıyla eşinin yanında yer alıyordu.

1987 yılı Kasım ayında yapılan seçimlerde DSP barajı aşamayınca Ecevit Genel Başkanlığı Necdet Karabaya’ya bırakarak siyasetten çekildi. Ancak örgütün ısrarı neticesinde 10 ay sonra yeniden DSP’nin Genel Başkanlığı’nı üstlendi. Ecevit, 20 Ekim 1991 seçimlerinde DSP Zonguldak milletvekili olarak TBMM’ye seçildi. Ecevit ile birlikte 7 DSP’li de parlamentoya girmişti. DSP’nin oyları 24 Aralık 1995 tarihinde yapılan erken genel seçimde yüzde 14,64’e, milletvekili sayısı 76’ya yükseldi. Artık DSP solun en büyük partisiydi.

Ecevit, 30 Haziran 1997 tarihinde ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan ANASOL-D koalisyonunda Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. Koalisyon hükümetinin gensoruyla düşürülmesinin ardından, Bülent Ecevit, 11 Ocak 1999'da DSP azınlık hükümetini kurarak 4. kez başbakan oldu.16 Şubat 1999’da, seçimlere iki ay kala bölücü başı Abdullah Öcalan yakalanmıştı. Bu başbakan olarak Ecevit’in ve partisinin yelkenlerini çok güçlü bir rüzgârla doldurmuştu. DSP 18 Nisan 1999’da yapılan seçimlerden yüzde 22,19 oy oranıyla birinci parti olarak çıkmış, Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1999’da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonunda yeniden başbakanlık koltuğuna oturmuştu.

Bülent Ecevit, 4 Mayıs 2002’de rahatsızlanarak Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi'ne kaldırıldı. Ecevit’in rahatsızlığı sırasında hükümete yönelik tartışmalar ve erken seçim talepleri de siyasi gündeme damgasını vurdu. Bu tartışmalar parti içine de yansıdı. Başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan’ın 8 Temmuz 2002'de görevinden ve partiden istifasını yeni istifalar izledi. İstifalarla koalisyon hükümeti TBMM’deki sayısal desteğini yitirirken, erken seçim kararı alındı ve 3 Kasım 2002’de yapılan erken genel seçimlerde DSP barajı aşamadı ve TBMM dışı kaldı.

Bülent Ecevit, 22 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla halefini ilan etti ve görevi Genel Başkan Yardımcısı Zeki Sezer’e devretmek isteğini belirtti. 25 Temmuz 2004 tarihinde yapılan DSP kongresi ile aktif siyaseti bıraktı.

Ecevit’in ilerleyen yaşıyla birlikte sağlığı bozuldu. Danıştay'a düzenlenen saldırıda ölen Yücel Özbilgin'in 19 Mayıs 2006'daki cenazesine katılan Ecevit törenin ardından rahatsızlandı. Aynı gece fenalaştı ve beyin kanaması geçirdi. Uzun süre yoğun bakımda kaldı. Bülent Ecevit, bitkisel hayata girdikten 172 gün sonra 5 Kasım 2006 pazar günü Gülhane Askerî Tıp Akademisi'nde dolaşım ve solunum yetmezliği sonucu vefat etti.

Devlet yönetiminde arkasında birçok hizmet bırakan Bülent Ecevit şair ve yazar kimliğiyle de birçok eser bıraktı arkasından. Bunları yayınlandıkları tarihe göre şu şekilde mümkündür: “Şiir kitapları: “Bir Şeyler Olacak Yarın (Tüm şiirleri), Doğan Kitapçılık (2005),El Ele Büyüttük Sevgiyi, Tekin Yayınevi (1997), Işığı Taştan Oydum (1978), Şiirler (1976)” Siyasi kitapları: “Ortanın Solu (1966), Bu Düzen Değişmelidir (1968), Atatürk ve Devrimcilik (1970), Kurultaylar ve Sonrası (1972), Demokratik Sol ve Hükümet Bunalımı (1974), Demokratik Solda Temel Kavramlar ve Sorunlar (1975), Dış Politika (1975), Dünya-Türkiye-Milliyetçilik (1975), Toplum-Siyaset-Yönetim (1975), İşçi-Köylü Elele (1976), Türkiye / 1965-1975 (1976), Umut Yılı: 1977 (1977)

Vefatının ardından birçok isim düşüncesini ifade ederek Bülent Ecevit’in Türk Siyaseti’ndeki önemine vurgu yaparak yerinin dolmayacağının altını çizdi. İlber Ortaylı’nın yaklaşımı tüm bu düşüncelerin bir özeti gibidir aslında: “Biz Türkler, Bülent Ecevit gibi tarihe mal olan bir kişiliğimizi unutma lüksüne sahip değiliz”[28]

Dipnotlar ve kaynakça

[1] Taha Akyol, Düşünür Ecevit, Milliyet Gazetesi, 7 Kasım 2006

2 İlber Ortaylı, Defterimden Portreler (Tarihten Ve Günümüzden), Timaş Yayınları, İstanbul 2011, s.139

3 Mehmet Çetingüleç, Rahşan, Sabah Kitapları Türkiye Dizisi (20), 5. Baskı, İstanbul, 2001, s. 15

4 Can Dündar’ın Arşivi’nden Ecevit, Habertürk Gazetesi,  6.11.2006 http://www.haberturk.com/gundem/haber/4886-can-dundarin-arsivinden-ecevit, erişim tarihi 28.01.2013

5Kayhan Sağlamer, Ecevit Olayı  (Bir Başbakanın Doğuşu), Belge Yayınları, 1. Cilt, 8. Baskı, İstanbul, Eylül 1974, s. 24-25

6 Sağlamer, a.g.e., s. 87

7 Çetingüleç, a.g.e., s. 27

8 Rıdvan Akar, Can Dündar, Ecevit’in Çok Özel Belgeleri, Milliyet Gazetesi, 7 Kasım 2006

9 Çetingüleç, a.g.e., s. 35

10Çetingüleç, a.g.e., s. 42-43

11 Sağlamer, a.g.e., s.254

12 Sağlamer, a.g.e., s.255  (Ancak Can Dündar Habertürk’te yayınlanan araştırmasında olayı daha farklı anlatmaktadır: “Metin Toker’den dinlediğime göre, 1957 seçimleri öncesi Akis’in iktidarla başı dertte olduğundan CHP’liler kendisine dokunulmazlık zırhı sağlar diye Ankara’dan milletvekilliği önermişler, ancak Toker, "İstemiyorum, ben riski ne olursa olsun gazeteci kalacağım" demişti. Bunu duyan Bülent Ecevit, Akis’e gelmiş, "Amerika’dan yeni döndüm. CHP’den aday olmak istiyorum, ama listeler dolu, senin yerin varmış, istemiyormuşsun. Lütfen İsmet Paşa’ya kendi yerine beni tavsiye et" demişti. "Senden iyisini mi bulacaklar" diye yanıtlamıştı Toker...  İsmet Paşa’ya talebi iletmiş. Ayten Sokak’ta, Erdal inönü’nün evinde, salonun arkasındaki kütüphanede, İsmet Paşa ile buluşmuş, Kasım Gülek’in yanında Bülent Ecevit’in talebini iletmişti.Toker’in aktardığına göre Paşa başta bu ismi hatırlayamamış, "Fahri Bey’in oğlu... Ulus’tan" diye tanıtılınca "Tamam o zaman" demişti.  Seçimleri Ankara’da CHP kazanmış ve Ecevit’in siyasi hayatı böyle başlamıştı.”)

13Çetingüleç, a.g.e., s. 48

14 Sağlamer, a.g.e., s. 255-256

15Çetingüleç, a.g.e., s.52

16 Kayhan Sağlamer, Ecevit Olayı  (Bir Başbakanın Doğuşu), Belge Yayınları, 2. Cilt, 8. Baskı, İstanbul, Eylül 1974, s. 70

17Sağlamer, a.g.e., s. 71

18 Çetingüleç, a.g.e., s. 57

19 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1950’den Günümüze),  İmge Yayınevi, 4. Baskı, İstanbul 2008, s. 155-156

20Gülsüm Tütüncü Esmer, Propaganda, Söylem ve Sloganlarla Ortanın Solu, DEÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 10, Sayı 3,  İzmir, 2008,  s. 76

21Çetingüleç, a.g.e., s. 67

22Kayhan Sağlamer, a.g.e., s. 360

23 Çetingüleç, a.g.e., s. 73

24Çetingüleç, a.g.e., s.98 (Rahşan Ecevit “sonradan öğrendik ki bu mermi ve bu mermiyi kullanacak silahlardan sırlı bir miktar dışarıdan Türkiye’ye, emniyete gelmişti. Silahı polisin ateşlediği belliydi” diyordu.)

25 Çetingüleç, a.g.e., s.109

26 Çetingüleç, a.g.e., s. 124

27 Çetingüleç, a.g.e., s. 240 (DSP’nin kuruluş çalışmaları askerlerin vetosundan geçmiş Halkçı Parti ile sonradan oluşan SODEP’i rahatsız ediyordu. Çünkü iki partiden de DSP saflarına katılmak için istifalar oluyordu)

28Ortaylı, a.g.e., s. 139