google translate
Turkish to English Turkish to French Turkish to German Turkish to Greek Turkish to Italian Turkish to Japanese Turkish to Russian Turkish to Spanish Turkish to Chinese

mesaj gönder

Bir Doğru Üç Yanlışı Götürür

Yazılarımı yazarken bir kırmızı çizgim vardır…

Yap(a)madığım bir şeyi önermemek.

“Olmazsa olmaz”ımdır bu…

Özel özen gösteririm bu hususa…

Yazan ve yaşayan Uğur’un birbiriyle çelişmemesine yani…


***


Temel filtremdir bu, kalemi elime aldığımda…

Bazen öyle sert eleştiririm ki kendimi…

Bilgisayarımda açtığım sayfa dakikalarca bana bakar, ben ona bakarım.

Klavye bir anda sessizliğe bürünür…

Çıkışırım kendi kendime, “Öneriyorsun da, sen yapıyor musun peki?”

İtiraf edeyim ki, bu öz sınavı geçemediğinden sildiğim paragraflar da olur yazılarımda…


***


Misal, maalesef bir sigara tiryakisi olduğum için asla ve asla sigara içenleri eleştir(e)mem…

“İçmeyin” dersem, sahte olur.

Kendim yapıyorsam nasıl bir başkasına “yapmayın” diyebilirim ki?

İçtenlikli bir öneri, kuru kuru “ahkâm kesme”ye dönüşmez mi o zaman?


***


İnsanın yaşadığıyla yansıttığının…

Olduğuyla, sunduğunun…

Söylemiyle eyleminin…

Yazarın da yazdığıyla yaptığının tutarlı olması gerektiğine inanırım.

Aksi takdirde “İmamın söylediğini yap, yaptığını yapma” sözü haklı çıkar her zaman.


***


Kendimi bu bağlamda çok sert eleştirdiğim için de, samimiyetten yoksun insanları tenkit etme hakkını bulurum kendimde…

Samimi olabilmesi çok önemlidir insanın bu noktada…

Başkalarından önce, kendi kendisine…


***


Hepimizin kusurları var, yanlışları var…

Ama kendimizi düzeltmeye çalışmaktansa, hep başkalarını eleştiririz.

Hiç sorgulamayız kendimizi; bakmayız aynaya…

Bu yüzden serzenişlerimiz de içtenlikten yoksundur.

Tıpkı eline kitap almayan birisinin toplumu “okumuyorlar” diye eleştirmesi gibi…

Tıpkı tüm akşamını sinek gibi televizyon ekranına yapışarak geçirip de diğerlerini “ne anlarlar şu dizilerden” diye küçümseyenler gibi.


***


“İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır” sözü mantıken hatalıdır bence…

Tam tersi olmalıdır aslında.

Etine giren çuvaldızın acısını tadan insan, iğneyi elleri titreyerek batırır başkasına…

Hatta batıramaz bile belki…

Eleştiri de bu mantıkla yapıldığında değer kazanır…


***


Kendimiz yaparken güzel; ama bir başkası yaptığında eleştiririz.

Ve kendi kendimizi aklamak için mükemmel psikolojik savunma mekanizmaları üretiriz...

“Yahu, ben mi değiştireceğim insanları?” deriz mesela…

“Böyle gelmiş, böyle gider.” deriz örneğin.

Yanlışlar güruhunun içinde kamufle olmak işimize gelir.

Sürünün içine saklanırız.

Çünkü kolayımıza gelir bu…


***


Örnek mi?

“Seçileni beğenmiyorsan çık seçil, yöneteni beğenmiyorsan çık yönet”tir demokrasinin tanımı.

Gelin görün; çoğunluk ne bir siyasi partiye, ne de bir sivil toplum kuruluşuna üye olur.

Kimse rahatından ödün vermek istemez.

Ama elini taşın altına koymayanlar; siyasetçileri eleştirirken mangalda kül bırakmaz.

Hatta bırakın karar ve eylem mekanizmalarına dahil olmayı, oy kullanmayı bile külfet görenler vardır.

“Benim oyumla mı kurtulacak ülke?” gibisinden mantıksız bir savunmayla…

Ve oy bile kullanmayanlar seçim sonuçlarını eleştirme hakkını kendilerinde görürler, fütursuzca…


***


Dikkat edin, en çok eleştirenler de aslında eleştirdiklerini en fazla yapanlardır…

İnsanın kendi yetersizliğini vicdanen perdeleme çabasıdır belki bu.

Ya da kendisinde olmayan bir vasfı, varmış gibi sunarak, suni bir tatmin…

Katilin suç mahallinden kopamaması gibi…

Bayramlarda eş dost ziyaretlerinin tarihe karışmasını eleştirenlere bakın…

İnanın, büyük bölümü aylar önceden tatil rezervasyonlarını yaptırmıştır…

Akıllı telefonların sosyal hayatı bitirmesinden yakınanlara dikkat edin…

Ergenler gibi bütün gün parmakları o minicik klavyenin üzerindedir…

Isrardan en çok rahatsız olanlar en çok ısrar edenlerdir mesela…

“İnsanlık ölmüş” diyenlerin kaçı, en son ne zaman, bir garibana bir kap yemek vermiştir?

Kendileri için sınırsız özgürlük talep edenler başkalarının özgürlüklerine ne kadar saygılıdır misal?


***


Eleştirmek çok kolaydır…

Ama zor ve önemli olan  “örnek” teşkil edebilmektir…

İçinde yoğrulduğumuz eğitim sisteminin sosyal bilinçaltımıza zerk ettiği bir yaklaşım vardır…

Üç yanlış bir doğruyu götürür…

Ama neden bir doğrunun üç yanlışı götürebileceğini hesaba katmayız?

Götürür mü?

Evet götürür.

Bazen bir davranışınızla, bir sözünüzle hiç tahmin etmediğiniz birisinin hayatına dokunursunuz.


***


Gecenin ilerleyen saatlerinde kavşaklarda yanan kırmızı ışığı kimse umursamaz örneğin…

Ne polis vardır o saatte ceza kesecek, ne de tepki gösterecek birisi çevrede…

İşte önemli olan, her şeye rağmen o ışıkta durabilmektir…

Varsın diğer araçlar basıp geçsinler yanınızdan…

Tek bir şoför bile sizin durduğunuzu görüp ışığın yeşile dönmesini bekliyorsa, bilin ki bu sizin zaferinizdir.

Ve “neden kimse durmuyor?” diye eleştirmekten çok daha anlamlıdır bu son tahlilde…

Yanlış kadar doğru da bulaşıcıdır…

Çevresindeki doğruyu gören insan zamanla utanır kendi yanlışından.


***


Üniversitede vermekte olduğum görgü kuralları ve protokol dersimi alan öğrencilerimden biri sormuştu:

“Hocam, bize bu kuralları öğretiyorsunuz da, kaç kişi bu kuralları uyguluyor ki çevremizde”?

“Haklısınız” demiştim öğrencime ve eklemiştim…

 “Ama siz bilin ve uygulayın ki uygulamayanları eleştirme hakkınız olsun. Yanlışı eleştirebilme hakkı sadece doğruyu yapanlarındır.”

“İnsanlar ne kadar kabalaştı” demeden önce kendimiz nazik olmaya çabalamalıyız.

Yoksa hepimiz bu kabalığın birer basit figüranı oluruz…


***


Sürekli eleştiren, sürekli sorgulayan insanlar vardır…

Toplumu, insanları vs…

Her şeyden yakınırlar…

Ama sadece serzenişte bulunmakla kalırlar…

Yanlışa "yanlış" demek değiştirmez o yanlışı…

Yanlışa en anlamlı başkaldırı “doğru” olanı yapmaktır.

Örnek olmaktır…

Zaman zaman “enayi” gibi görülme pahasına…

Doğru olanı yapmanın huzurundan daha güzel bir duygu olabilir mi hiç?


***


Yabancı filmlerde görürüz…

Nikâh kıyılırken sorulur davetlilere…

“Söyleyecek bir sözü olan varsa şimdi söylesin, yoksa ebediyete kadar sussun.” 

İşte, toplumsal yaşamda da o sözü söylemek ancak söylemiyle eylemi örtüşenlere aittir.

Bir şeyi eleştirme hakkı eleştirdiğini yapmayana aittir.

Eleştiriyor musun; o zaman önce kendin yapmayacaksın...

Yap(a)mıyor musun, o halde eleştirmeyeceksin...

Bu kadar basit...

Elinde içki kadehiyle çocuğuna “aman oğlum alkolden uzak dur” diyen bir baba ne kadar inandırıcıdır?

Hangi evlat takar bu nasihati?

Dolayısıyla eleştirinin içini doldurmak önce o eleştirilen şeyi yapmamakla başlar.

Sadece eleştirenler hep unutulmuştur…

Ancak örnek olabilenlerdir hafızalarda kalan…



YORUMLAR
Lütfen sitede yapacağınız yorumların hakaret, aşağılama vs. gibi unsurlar içermemesine özen gösteriniz. Bu tarz yorumlar kesinlikle aktive edilmeyecektir. Teşekkürler...