İletişim bilimi, “Dinleme” eylemini çeşitli kategorilere ayırır.
Görünüşte dinleme, savunucu dinleme, yüzeysel dinleme vs. gibi…
Kriter, dinleyicinin birisini hangi ruh haliyle, hangi amaçla ve nasıl dinlediğidir.
Dinleme şekillerinden bir tanesi de “Tuzak kurucu dinleme”dir.
Açıklayalım…
Adından da çok net anlaşılacağı gibi, dinleyenin amacı “Tuzak kurmak”tır…
Yani deyim yerindeyse “Sinsice” bir dinleme şeklidir…
İçten pazarlıklıdır…
Samimiyetsizdir…
Art niyetlidir…
Tuzak kurucu dinleyici, konuşanın ne söylediğine, anlattığına dikkat etmez.
Anlamak, anlamaya çalışmak değildir amacı…
Tuzak kurucu dinleyicinin derdi, karşısındakini eleştireceği, vuracağı bir zayıf nokta bulabilmektir.
Bu yüzden, sürekli “Açık arayarak” dinler…
Bazen, dakikalarca süren konuşmanın içerisinden, cımbızla sadece bir iki kelime çeker…
Tabancasının şarjörünü bu kelimelerle doldurur, saldırıya hazırlanır…
***
Çok sık konferans veren birisi olarak, ziyadesiyle aşinayımdır bu “Tuzak kurucu” dinleyiciye.
Sadece Türkiye’de değil, yabancı ülkelerde verdiğim konferanslarda da mutlaka çıkar salonda bir iki tane tuzakçı.
Yılların deneyimiyle, artık, daha konuşmama başlamadan, yani salonla ilk göz teması kurduğum anda seçebilir hale geldim “tuzak kurucu” dinleyicileri.
Zaten, hemen belli ederler kendilerini.
“Poker face” çehreleriyle, tepeden tırnağa süzerler önce sizi…
Bakışlarından anlayabilirsiniz saldırı hazırlıklarını…
Saldıracağı ceylanı göz hapsine alan aslan misali…
Ellerinde kâğıt, kalem olur genellikle; not alırlar sürekli sizi dinlerken…
Ama sanmayın ki bu, anlattıklarınıza duydukları ilgiden…
Ya da, yeni bir bilgiye ulaşmanın heyecanından…
Mühimmat stokudur aldıkları o notlar, taarruz öncesi…
***
Sözüm ona “Soru sormak” için söz isterler.
Dakikalarca konuşurlar…
Alternatif bir konferans verirler sanki…
Hele ki moderatör ipleri eline almaktan acizse…
Ama soru filan gelmez…
Siz, saatlerce konuşmuş, anlatmışsınızdır…
Sayfalar süren söylevinizden, cımbızla tek bir kelimenizi çeker, çıkarırlar…
“Ama siz şöyle dediniz…”
Yüzlerce sayı verirsiniz misal konuşmanızda…
İnsanlık hali, olur da içlerinden belki bir tanesinin küsuratını yanlış söylersiniz farzımuhal…
Hiç kaçırmazlar bu fırsatı…
“Verdiğiniz rakam hatalı…” diye hemen hemen ortalığı ayağa kaldırırlar…
Konuya vakıf olduklarından da değil aslında…
Çaktırmadan internete girip buldukları bir iki bilgiyi pazarlıyorlardır.
Hatta eğreti durur verdikleri bilgi…
Ya kâğıttan, ya da cep telefonlarından okurlar…
Konuşmacıyı kendilerince zora soktuklarını sanarak, egolarını tatmin etmeye kalkışırlar…
Oklarını atıp, yerlerine oturduklarında, göz ucuyla “Nasıl da bozdum ama” dercesine şişinirler…
Hazır bir kitle bulmuşken, deyim yerindeyse “Şov”a kalkışırlar
Salondakilerden de takdir beklerler…
***
Tuzak kurucu dinleyicilerin ruhsal açıdan rahatsız olduğunu düşünürüm.
Takıntılı…
Kompleksli…
Ezik…
Çevrelerinde kendilerini dinleyecek…
Söylediklerine ehemmiyet verecek bir tek kişi bulamadıkları için…
Doyuramadıkları saygı, değer görme ihtiyaçlarını giderme yolu belki de bu onlar için.
Ya da bastıramadıkları kıskançlık hislerini…
Muhabirlik dönemimde yüzlerce konferans, panel, sempozyum vs. takip ettim.
Etkinliklerin neredeyse hepsine, kadrolu dinleyici misali katılan bazı simalar dikkatimi çekerdi.
Belli ki işleri güçleri yoktu, salon salon gezip, egolarını tatmin etmeye çalışıyorlardı.
Ve ne zaman soru sormaya kalksalar, salondan bir uğultu yükselirdi.
Daha o zamanlar anlamıştım tuzak kurucu dinlemenin aslında bir obsesyon, bağımlılık olduğunu…
***
Tuzak kuruculuk bence insanın yetersizliğini kamufle etme biçimi…
Hal böyleyken, sadece dinleme eylemiyle de sınırlı değil.
Bir illüzyon gösterisini izleyenler arasında, illa ki birilerinin “Hadi canım, iple bağlamış, inanmayın” diyerek sahnedeki kişiyi gömmeye çalışmaları…
Ömrü boyunca çöp adam bile çizememiş kişilerin, sergilerde tablolara bakarken “Yahu, bu da resim mi, ben de yaparım.” diyerek dudak bükmeleri…
Çok önemli bir noktaya gelmiş çocukluk arkadaşından bahseden birinin “Çocukluğunu bilirim, aptalın tekiydi, şans işte.” diyerek başarısını küçümseme çabaları…
Figüranlıktan başka bir oyunculuk kariyeri yokken, başarılı oyuncuları tenkit ederek kendisine şans verilmesi durumunda hepsinden iyi olacağını iddia edenlerin içi boş iddiaları…
Hatta zora gelemeyip okulu bırakan, pişmanlık hissini bastırmak için eğitim alanları “Ben cebimden nice üniversite mezunu çıkartırım.” diyerek değersizleştirmeye çalışanların nafile meydan okumaları…
Tüm bu tavırların da özünde aslında “Tuzak kurucu” dinleyicinin ezikliği yok mu?
Bu tavırlar da kompleksli bir psikolojinin tezahürü değil mi?
***
Bir de “Tuzak kuruculuğu” yaşam biçimi haline getirenler var…
Sürekli kusur bulmak için yaşayanlardan bahsediyorum.
Sosyal hayatta sıkça rastlamaz mıyız onlara?
Huzursuzlardır…
Kendi iç huzursuzluklarından, huzursuzluklarını çevrelerine de yayarak arınmaya çalışırlar…
Polemikten, kavgadan beslenirler…
Ve sürekli gözlerini kestirdiklerini kendi kurdukları ringe çekmeye çalışırlar…
Yüz tane doğruyu görmezden gelip, tek bir yanlış odaklanırlar.
Ağzınızla kuş tutsanız “Kuşa yazık değil mi?” derler misal…
Üzüm yemek değil bağcı dövmektir amaçları.
Kendi yapamadıklarını, ya da yapmaya cesaret edemediklerini yapabilenlere…
Mutsuzların mutlu olanlara…
Huzursuzların kendileriyle barışık olanlara...
Korkakların cesurlara…
Yeteneksizlerin yeteneklilere…
Geliştirdikleri bu saldırı stratejilerinin hiç farkı yoktur tuzak kurucu dinleyicinin tavırlarından…
Sınıfın en yetersiz öğrencilerinin çalışkan arkadaşlarına “İnek” lakabı takmalarından farksızdır aslında bu…
Başarısızların, başarılıları "Değersizleştirme" çabasıdır.
***
Çoğumuz, hüsnüniyetle, ciddiye alıyoruz tuzak kurucuları…
İtiraf edeyim, ben de, zamanında yapıyordum bu yanlışı…
Ya üşenmeyip bir daha, bir daha anlatıyordum aslında ne demek istediğimi örneğin…
Ya da aynı yöntemle, karşı atağa kalkıyordum.
Gazetelerin, kupon karşılığı okurlarına hediyeler verdikleri yıllarda “Basın ve promosyon” konulu bir panele davet edilmiştim.
Benim gazetem de promosyon dağıtmaktaydı.
Soru cevap kısmında “Tuzak kurucu” bir kadın dinleyici bana promosyonla tiraj almaya çalışan bir gazetede çalışmaktan rahatsız olup olmadığımı sordu…
Dinleyicinin yan koltuğa bıraktığı çantasından bir gazetenin ucu görünüyordu…
Ve benim gazetemdi…
“Siz promosyon veren bir gazeteyi okumaktan rahatsız olmuyorsanız, ben neden o gazetede çalışmaktan rahatsız olayım ki?” diye sordum.
Devam ettim salvoya: “Kupon eksiğiniz varsa, söyleyin, seve seve yardımcı olurum.”
Salon kahkahalara boğulmuş, tuzak kurucu dinleyici kıpkırmızı olmuştu.
Bu da bir yöntem tabii ki…
Ama gerek var mı?
Bugünkü aklımla, bu soruya “Hayır” diyorum…
Her “Hıyarım var” diyene, tuz alıp koşulmaz ki…
Ömür yetmez buna...
Bence tuzak kurucuya verilecek en güzel yanıt muhatap dahi olmamak.
Zaten onun hedefi önemsenmek, takdir edilmek…
Sizin üzerinizden prim yapmak…
Siz onu ciddiye aldığınızda, aslında hedefine ulaştırmış olmuyor musunuz?
Tuzak kurucunun ekmeğine yağ sürmüyor musunuz?
Yani bir diğer deyişle, tuzağa düşmüş olmuyor musunuz?
***
Tuzak kurucular aslında her yerde…
Farklı farklı kimlikler, unvanlar altında belki, ama hep yanı başımızda…
Eleştiriye açık olmak çok önemli, bunu yadsıyamayız…
Bir erdem aslında eleştiriye hoşgörü göster(ebil)mek…
Ama kimin eleştirdiği, nasıl eleştirdiği ve ne için eleştirdiği de çok önemli…
“Bir söze bakarım söz mü diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye” yaklaşımında olduğu gibi…
Deneyim insana kimi dinleyip, kimi dinlemeyeceğini…
Hangi eleştiriden etkilenip etkilenmeyeceğini öğretiyor…
Eğer yaşadıklarınızdan ders çıkarıyorsanız, kolay kolay tuzağa düşmüyorsunuz.
Ama akıllanmadıysanız, olgunlaş(a)madıysanız, her eleştiriyi önemsiyor, üzülüp kırılıyorsunuz.
Takdir etmesini bilmeyenin tenkidini de dikkate almamayı öğretti bana yaşadıklarım…
Hem zaten "Gülüp geç(ebil)mek", tuzak kurucuyu kendi tuzağına düşürmek değil mi son tahlilde?