Fransızca söylediği şarkılarıyla tanınan Belçikalı bir sanatçıdır Jacques Brel…
Hiç dinlediniz mi bilmiyorum, olağanüstü bir yorumu vardır…
1978’de akciğer kanserinden vefat eden Brel’in şarkılarının sözleri de derin felsefi izler taşır…
Örneğin “On n’oublie rien” (Hiçbir şey unutulmaz) isimli meşhur şarkısındaki yaklaşımı düşündürücüdür…
Unut(ul)ma kavramına karşı çıkar…
Brel’e gör “sadece alışılır”…
Unutmak yoktur; alışmak vardır…
***
Unutmak ve alışmak aynı şeyler değil…
Alışmak, unutamayan insanın geliştirdiği bir psikolojik savunma mekanizması…
Unutabilme mücadelesinin başarısızlığı neticesinde sığındığı bir liman…
Ya da bir başka deyişle kabullen(ebil)mek…
Kanıksamak…
***
Alışmak bir konfor belki de…
Sorgulamanın bittiği, “neden” suallerinin son bulduğu nokta…
Bir teslimiyet hali…
Ve tüm konforlar gibi, alışmak da bir rehavet sunuyor insana…
Ama nereye kadar?
***
Alışmak bazı durumlarda insanın ruh sağlığının bir savunma kalkanıdır…
Canından çok sevdiğini birisinden ayrılan, bunu nasıl unutur?
Ailesinden birisini kaybeden…
Sevgilisinden ayrılan mesela…
Unutabilir mi?
Asla…
Belki üzerinden bir süre geçtikten sonra o yoklukla yaşamayı öğrenir…
Alışır, ya da alışmaya çalışır.
Ya da kendisini alıştığına inandırır…
Ama unutur mu?
Hayır…
***
Mecburiyetten ötürü doğup büyüdüğü coğrafyadan ayrı düşmüş birisi örneğin yeni durumuna alışmak durumundadır…
Direndikçe zorlaşır işi…
Ya da kariyerini, alıştığı yaşam standartlarını yitirmiş birisi artık yeni “kendisi”ne uyum göstermelidir.
Eski hayatını unutamaması mevcut durumunu da yitirmesine neden olur…
Alışmak bu bağlamda insanın kaçışıdır…
Ya da gireceği yeni savaşlar öncesinde vermek zorunda hissettiği bir ara…
Dalgaların sarstığı bir okyanusta bir koya sığınıp yelkenlerini onarması belki de alışma çabası…
Değiştiremeyeceği, geriye döndüremeyeceği durumlarla yüzleşmesi alışmak…
Ama Brel’in dediği gibi unutmak değil bu…
Sadece alışmak…
***
Alışmaya fazla alışmak afyon yutmak gibidir…
Unutulmaması gereken şeyler de vardır hayatta…
Asla alışılmaması gereken duygular, olaylar…
***
Haksızlığa alışıl(a)maz örneğin…
Haksızlığı kanıksadığınız an uğrayacağınız yeni haksızlıkları da peşin peşin kabullenmiş olursunuz…
Size kazık atanları unuttuğunuzda yiyeceğiniz yeni kazıklara davetiye çıkartırsınız…
İyi niyetinizi suistimal edenleri unutursanız yeni istismarlara ortam hazırlarsınız…
Sizi yarı yolda bırakanları unutmanız durumunda, yaşayacağınız yeni hayal kırıklıklarını kendi ellerinizle inşa edersiniz…
Ayağınızı kaydıranları unutursanız bütün ömrünüz muz kabuğunun üzerinde yürümekle geçer…
“Düşmanlarını unut ama isimlerini unutma” der John Kennedy…
Eylemler unutulur belki ama özneler unutulmaz…
***
Bir yolda yürürken bir taşa takılıp düşerseniz bunun adı kazadır…
Aynı yolda yürürken aynı taşa takılıp yeniden düşerseniz “dalgınlık” olur…
Ama yine aynı yolda aynı taşa takılıp yine düşerseniz bunun adı aptallık olur…
İşte alışmanın fazlası, aptallığa dönüşür bir noktadan sonra…
Aynı yolda, aynı taşa defalarca takılıp yeri öpersiniz…
Düşmeye öyle alışırsınız ki artık o taşın oradaki mevcudiyetini unutursunuz...
Alışmak bu bağlamda körleştirir adeta insanı…
***
Bizim kontrolümüz ve istemimiz dışında başımıza gelen şeylere belki alışabiliriz…
Kader diyebiliriz örneğin…
“Yaşanacağı varmış” avuntusunun arkasına sığınabiliriz…
Ama öznesi, faili ayan beyan belli şeyleri unuttuğumuz anda artık o alışmak değil kaçmaktır…
Biz de olabiliriz o olayların öznesi…
Eğer yaptığımız hatayı unutursak tekrarlarız…
Ya da bir başkasıdır üzüntümüzün, acımızın sebebi…
O yüzü, o yüzleri unuttuğumuz anda yeniden koyarız giyotine kellemizi…
***
“Unutmak yoktur, alışmak” vardır diyor Jacques Brel şarkısında…
Unutmayız, sadece alışırız…
Ama bazen nedense ve ne yazık ki “unutmaya alışırız”…
Ki, en büyük hataları da unutmayı kanıksadığımız zaman yaparız…
Deneyim dediğimiz şey aslında "unut(a)madıklarımızın toplamı" değil midir?